Yaşanan en ufak bir krizde ilk yapılan, personel sayısını azaltmak

Pandemi dönemine farklı isimler koysa idik, sanırım en iyi uyan isimlerden biri 'uyandırma alarmı' olurdu. Sesini oldukça kuvvetli duyuran bir alarm!

01/11/2021 12:04
Yaşanan en ufak bir krizde ilk yapılan, personel sayısını azaltmak

Çiğdem Türkyılmaz- Ceo, Profesyonel Koç- SERVUS International

Halen uyuyanlar var mı dersek, cevap kesinlikle evet. Onlar galiba hiç uyanmamacasına derin bir uykudalar.

Tüm dünyanın aynı anda yönetmeye çalıştığı bu kriz dönemi halen devam etmekte.

Birçok farkındalığa vesile olan bu dönemi bir uyanış süreci olarak da adlandırılabiliriz. Bizlere değişmenin kaçınılmaz olduğu gerçeğini haykıran bir süreç.

Bu yazımda işlemek istediğim kısım ise edindiğimiz farkındalıklarla bugün neyi farklı yaptığımız ya da yapmayı seçtiğimiz ve önümüzdeki dönemlere iyileştirilmiş neleri taşıyacağımız... Bazı grupların bu sorular üzerine yoğun strateji tartışmaları yaptığını tahmin ediyorum.

Kriz yaşandı, halen yaşanıyor.

* Bugün eskisi gibi mi çalışacağız?

* ' Yeni Normal ' ne demektir? Bu sorunun cevaplarını 'hijyen ve sağlık' önlemleri kapsamının ötesinde kimler tartışıyor?

Bugüne değin yaşanan tüm krizler hemen 'kemer sıkma' politikalarını gündeme getirdiler.

* Personel sayısı azaltma

* Eğitimleri kısma

* Bazı birimleri kapatma

* Yatırım adımlarını daraltma ve benzeri…

Sizce bu krize de aynı yaklaşım ne kadar doğru? Ya da bu kriz bize aslında kriz dönemlerinde çözümün bambaşka yollardan geçmek olduğunu mu öğretti?

Krizlerin, aynı zamanda fırsatlar da yarattığını da biliriz. Yeni iş alanlarının oluşması ya da bazı iş alanlarının daha aktifleşmesi gibi. Bu dönemlerde, iş kaybı korkusu ya da iş yaratabilme gayreti ile - yaratıcılığında devreye girdiği- performans artışlarının da oluşması, çalışma alanlarına güzel bir ivme de kazandırdığına şahit olmuşuzdur.

İş hayatında 'potansiyel' ve 'performans' konularından daha evvelki yazılarımda da bahsetmiştim.

Maalesef ki en çok üzerine eğilinmesi gereken bu husus aynı zamanda en çok gözden kaçırılandır.

İş yeri çalışanla bir anlaşma yapar, beklentisini söyler, maaş verir ve karşılığını bekler...

Keşke bu konu bir matematik problemi gibi kolay olsa idi.

Bugün kurumların ruh sağlığı üzerine seminerler/sempozyumlar düzenlendiği dönemdeyiz.

Psikolojinin, tüm denklemlerin içerisinde yer aldığını artık nerede ise ilkokul çocukları dahi dile getiriyor.

İş yeri beklentisini söylerken yapılacak işten ve alınacak sonuçtan bahsediyor, İşveren, bireyin motivasyonunda, aldığı titr, maaş, belki ofisinin güzelliği, kariyer olanakları ile sağlanacak olduğunu düşünüyor ve bu kişinin, takım çalışmasında, ilişki ve çelişki yönetiminde, iletişim becerilerinde, her daim sonuç odaklı olabilmesinde, yöneticilik becerilerinde, strateji yapabilme, araştırma ve geliştirme konularında, 10 üzerinden minimum 7 ila 10 not seviyesinde olmasını bekliyor.

Eğitim desteği verenler, konferans-aktivitelere gönderen işyerleri de ' tamam her şeyi iyi yapıyoruz' diye düşünüyorlar.

Daha ne yapsınlar öyle değil mi?

'Mutlu Son' ile bitecek bir film gibi gözüken bu senaryoda başka parametreler devreye giriyor oysa ki.

* Şirketin politika ve süreçleri tanımlı, işler durumda mı ve kontrol sistemi uygulanır halde mi?

* Şirketin marka standartları ve iç/dış iletişim politikaları belli mi, tutarlı mı ve bir sistem olarak yürütülüyor mu?

* Maaş seviyelendirme çalışması var mı ve sürekli takip edilir durumda mı?

* Ödüllendirme ve motivasyon programları var mı?

* Bireyler iş kolu ile ilgili ne kadar söz sahibi? İşe robot gibi mi gelip gidiyorlar? Ay sonunun gününü sayıyor hale mi gelmişler?

* İnsana verilen önem ne şekilde hissettiriliyor?

* Şirket içinde güler yüzlü insanlar çoğunlukta mı?

* Şirketin güne uyum sağlama, geleceğe yönelik strateji ve programları belirlenmiş mi ve kapıdaki personel dahi bunları biliyor, sahipleniyor mu?

Bu örneklere eklenecek çok şey var, uzar gider. Sürekli başka iş bakan, iş gününün yarısını heba eden, işini kuruma inanmadan yapan çok sayıda mutsuz insanın olduğu işyerlerinde sayısız örnekler yaşadım.

Yazıya ilk başladığımız kısımdan uzaklaşmış gibi gözükse de aslında tam o konuyu işliyorum.

Kriz dedik, kemer sıkma refleksinden bahsettik, bütçeler hemen kısılıyor, ilk kısılan kısımlar insana yatırım tarafında dedik. Sistem, politika ve çeşitli programlardan bahsettik. Güncel olmak ve geleceği inşa etme cümleleri kullandık.

Korona ile birlikte öğrendik ki mutsuz insanın bağışıklık sistemi düşüyor ve hastalık daha kolay geliyor. Mutsuz bireyler de aynı bu şekilde kurumun bağışıklık sistemini düşürüyor ve kurum hastalıklara daha açık oluyor yani başarısızlıklara.

Ve kriz döneminde aslında becerikli, dirayetli, güçlü, donanımlı, işini sahiplenen insanların önemini daha da iyi anlıyoruz, öyle değil mi?

Bir basit detayın çok şeyi değiştirdiğini en güzel örneklerinden biri WhatsApp'ın 19 Milyara satılacak duruma gelmesidir.

Yıllardır üzerine eğilinmeyen ya da mış gibi yapılan çalışmalar bugünün krizinde patlamadılar mı?

Konu uzun ancak soru basit.

Bu dönemde neler öğrendik hayatımıza yeni neleri geçirmeliyiz?

* Bugün ve yarının getireceklerine karşı nasıl daha güçlü oluruz?

* Diyelim ki temelimiz sağlam, üstüne nasıl yeniler inşa etmeliyiz

*Her bir bireyin potansiyel ve performansını en üst seviyeye nasıl çıkarırız

Cevaplarınızı belki bulmuşsunuzdur. Ben uzun konunun son sözünü saygıdeğer Doğan Cüceloğlu‘nun bir kitabından alıntının yorumlanmasını yaparak bitirmek isterim.

Bireyleri özgeçmişleri ile alan şirketler değil, öz geleceklerini inşa etmek üzere birlikte çalışmayı seçen şirketler ile gelecek kurulacaktır.


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Tüm güncellemelerden e-posta yoluyla haberdar olun.