GÖZYAŞLARI VE YAĞMUR..

31/12/2019 23:40

Tunç Müstecaplıoğlu
Klasik bir söylemdir aslında.
Ama dün öğle vakti, gözyaşları gerçekten de yağmura karıştı.
Daha bir gün önce Papatya Eren’den bir mesaj gelmişti.
Vedia vefat etti yazıyordu üzerinde.
Ölüm kimseye yakışmaz derler ya hani.
İşte Vedia da o gruptandı.
Hastayı canlandıracak bir enerjiye sahip bu özel hanımefendi, nasıl olmuştu da iki ay gibi kısa bir sürede kopup gidivermişti mavi gezegenden.
Hem de daha 51’indeyken.
Oysa aynı Vedia, Aslı Köseoğlu’nun moral kaynaklarındandı.
Sevgili Aslı, başarılı voleybolcu arkadaşım, tüm vücudunu saran bu hastalıkla tam on yıl iki ay savaşmıştı.
28 yaşında yakalandığı bu illete, 38 yaşına kadar geçit vermedi.
Yüzünden hiç eksiltmediği gülümsemesi ile, çevresine hep sağlıklı gözlerle baktı.
Ta ki 2009 şubatına kadar.
Aslı ile yağmurlu bir kış öğleninde, Alanya’nın ender yeşil kalmış köşelerinden Oba’da vedalaşmıştık.
Yaklaşan yerel seçim heyecanı ile bu çok genç ölüm hüznü birbirine karışmıştı.
Bir akrabam cenaze törenlerine müslüman kokteyli der.
Kaç zamandır görmediğim Alanya’dan arkadaşlarımı görmenin verdiği sevinçle, Vedia’yı kaybetmenin derin acısı aynı avludaydı.
Vedia ile aynı şehirde doğup, ilk gençliğimizi aynı mekanlarda, vapurlarda yaşamıştık.
O nedenle de, Vedia ve diğer Istanbul’da doğmuş, orada büyümüş arkadaşlarımla birbirimize daha çabuk yakınlaşmıştık Alanya’da.
Sanki hiç ölmeyecek gibi eğlendik, doyasıya güldük, birlikte olmaktan hep keyif aldık.
Sonra somon balıkları, incili kefal sürüleri gibi yavaş yavaş doğduğumuz yerlere geri dönmeye başladık.
Olgunluk dönemlerimizde paylaşacak ne çok şeyimiz vardı aslında.
Annemin Vedia’ya olan özel sevgisi, onu neredeyse kızkardeşimiz gibi yapmıştı.
En çok da, anneme bu kötü ötesi haberi verirken zorlandım.
Son aylarda eskisi gibi sık görüşemeseler de, onun varlığı annem için de her zaman önem taşıdı.
Çevrem mi genişledi yıllar içinde, yoksa adına kanser denen şu çağımızın vebası mı arttı diye düşünürüm ara ara.
Motosiklet kazaları ve ölümleri olağan karşılanırdı Alanya’ya ilk geldiğim yıllarda.
Neredeyse her ailede bir motosiklet kazası öyküsü vardı.
Şimdi onun yerini kanser mi aldı acaba?
Mars’a insan yollamayı, uzaya turistik seferler yapmayı planlayan bilim adamları, hastalandığında mememizi iyileştiremiyecekler mi hala?
Bu nasıl bir çaresizliktir böyle?
Dün, Erenköy Galippaşa camisi bir konuğunu daha uğurladı sessizce.
Beyaz mermerin üzerinde yeşil kefenin içindeki tabuta öylece bakakaldık.
Göğsümüzde de, Vedia’nın o güzel gözleri ile daha 4 ay önce çekilmiş gülümseyen fotoğrafı.
Tıpkı, Alanya’da olduğu gibi telsiz mikrofonlu bir imam vardı cami avlusunda.
Onun düzgün Türkçesi eşliğinde haklarımızı helal ettik.
Sonra ne mi oldu?
Hepimiz günlük hayatlarımıza geri döndük.
Karnımız acıkmıştı yemek yedik, hala yaşadığımız için kendimizi şanslı saydık.
Islanmamak için şemsiyelerimizi açtık, üşümemek için pardösümüzün yakalarını yukarıya kaldırdık.
Kimimiz ertesi gün ödemesi gereken çeklerini düşündü, kimimiz ise öğleden sonra yetişmesi gereken randevusunu.
Tıpkı, biz öldükten sonra bizi uğurlamaya gelecek olan yakınlarımızın yapacağı gibi...

Tunç Müstecaplıoğlu
05.11.2009

 


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.