Yeraltı dünyası turistik keşiflere açılıyor...

İstanbul dünyada benzeri bulunmayan bir yeraltı dünyasına sahip. Günümüze kadar sayısız efsanelere konu olan tüneller, dehlizler ve zindanlar, artık tarihi günümüze taşıyan tarihi eser işlevini kazanıyor.

Turizm Aktüel Turizm Aktüel 31/12/2019 23:40
Yeraltı dünyası turistik keşiflere açılıyor...

Bu yapılar restorasyon kapsamına alınıyor ama şimdiden turistik turlar başlamış durumda. Geçmişi 8 bin yıl öncesine kadar uzanan İstanbul’un tarihi zenginliklerinin, sadece yer üstündeki yapılarla günümüze ulaşmadığını artık biliyoruz. İstanbul, aynı zamanda bir yeraltı şehri; konunun uzmanlarının söylediği gibi, dünyada benzeri olmayan genişlikte… Mahzenler, sarnıçlar, dehlizler, tüneller bugüne kadar daha çok efsanelere konu edilirdi. Bir süredir sayıları artan restorasyon çalışmaları nedeniyle artık gizemli olayları değil, daha çok binlerce yıllık tarihi bugüne taşıyorlar.

Bu restorasyon çalışmalarından biri şu sıralarda, ‘Anemas Zindanları’ denilen, Bizans döneminden kalma saray kompleksi Blakhernai Sarayı’nın kalıntılarında sürüyor. Restorasyon tamamlandığında, dünyada benzeri bulunmayan bu zindan müzeye dönüştürülüp turizme açılacak. Fakat İstanbul’un yeraltı dünyasını keşfe çıkmak için bu müzenin açılmasını beklemeniz gerekmiyor. Yerebatan Sarnıcı, Binbirdirek Sarnıcı gibi kamuya açık, kolayca girilebilecek yerler akla ilk gelenler… Tarihi Yarımada’daki pek çok özel mekânın, binanın altında bulunan tünellere, mahzenlere girmekse pek kolay değil.

YERALTI TURU

Yeraltının çekiciliğini ve bu özel mekânlara girmenin zorluğunu fark eden bir turizm firması önümüzdeki ay konunun meraklıları için bu yerleri kapsayan bir tur düzenliyor. Antonina Turizm’in, Bizantolog Doç. Dr. Feridun Özgümüş’ün rehberliğinde düzenleyeceği organizasyonun tarihi 29 Eylül. O tarihten bir hafta öncesine kadar, 125 TL karşılığında gezideki yerinizi ayırtabilirsiniz.

Kahvaltılı, öğle yemekli gezinin güzergâhındaki mekânların listesi şöyle: Samatya Ayios Polikarpos Kilisesi, Soğanağa İşmerkezi, Antik Otel, Aydın Saray Apartmanı altındaki Roma kalıntıları, Yüceller İş Merkezi, Kafar Han, Şerefiye Sarnıcı, Peykhane Eczanesi, Terzioğlu Halıcılık, Aygır Deposu’ndaki Bizans Sarayı’nın alt yapıları, Başdoğan Halıcılık, Sedir Halıcılık, Pantokrator Sarnıcı, Kadir Has Üniversitesi Sultan Sarnıcı…

Posta kutumuza düşen bu iki haber vesilesiyle, konuya hâkim bir gazeteci olan Ersin Kalkan’ın ‘Yeraltındaki İstanbul’ kitabından yola çıkarak, İstanbul’un yeraltında ve efsaneler arasında küçük bir tur atalım istedik.

Epey yaygın bir efsanedir; Ayasofya’dan başlayıp denizin altından geçerek Adalar’a uzanan, Roma döneminden kalma tünellerden söz edilir. İstanbul’un yeraltı dünyasının görkemini vurgulamak için bu efsanede gerçeklik payı aramaya gerek yok. Zira örnekler az değil.

KORKUP ARSASINI SATTI...

‘İstanbul âşığı’ yazar Giovanni Scognamillo, 26 Eylül 1980 gecesi, İnönü Stadyumu civarında yeraltından gelen balyoz sesine benzer bazı sesler duyulduğundan söz eder. Sesleri duyan bir grup meraklı asker ilgililere haber verir, araştırmalar yapılır, fakat bir şey bulunamaz. Scognamillo’ya göre sesler, vaktiyle Dolmabahçe Sarayı’ndan kaçmak için yapılmış dehlizlerden gelmektedir. 2008’de Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün yöneticileri dehlize indiğinde haber spor basınında genişçe yer bulur. Kulüp yöneticilerinin anlatımına göre dehliz stadın altından diklemesine geçip Maçka Parkı’na yönelmektedir. Ancak dehlizin ucu bulunamaz.

İstanbul’un yeraltı dünyasıyla ilgili efsaneler en fazla Tarihi Yarımada için üretilmiştir. Zira tarihi binlerce yıl öncesine uzanan İstanbul burasıdır. Yeraltında her yere ulaşan tüneller vardır ve bu tüneller cinlere, ifritlere, karakoncoloslara ev sahipliği yapmaktadır… Balat’ta büyümüş gazeteci Kalkan bir anısını kitabında şöyle anlatıyor; “Bundan 30-40 yıl öncesine kadar İstanbul bir yangın yeriydi.

Hatırladığım en son büyük yangın (bu yangın İstanbul’un da son büyük yangınıydı) 1979’da meydana geldi. Aralarında bizim yuvamızın da bulunduğu 56 ev yanıp kül olmuştu bu yangında. İki gün boyunca söndürülemeyen bu yangında alevlerin öfkesi dindiğinde birkaç kişinin ‘Herhalde bir kötülük yaptık ki İfriti uyandırdık’ dediğini hatırlıyorum. Temeline kadar yanan iki evin altından mahzenler çıkmıştı. Ev sahibinin, ‘Vay demek ki bu ev İfrit’in yuvasının üstüne yapılmış’ dediğini ve binanın arsasını üç beş kuruşa satıp semti terk ettiğine şahit olmuştum.”
 
Bu efsanelerin en büyük üreticilerinden biri de Evliya Çelebi’dir. Birinci cildinde İstanbul’u anlattığı Seyahatnamesi’nde bu köklü şehri insanüstü varlıkların kurduğunu yazar. Kuruculardan biri Hz. Süleyman, diğeri bir kısraktan doğan ve 600 yıl yaşamış Yanko’dur örneğin… Kurdukları şehir bir gün yıkılınca Yanko’nun torunu Vezendon dünyanın dört bir tarafına haber gönderip mimarları buraya davet eder ve şehri yeniden kurar. Görkemli yapıları, tünelleri ve dehlizleriyle… Bu arada yeniden kurulurken şehri ve halkı koruması için de farklı yerlere 17 tılsımlı yapı kondurulur. Örneğin iki âşığın arası mı bozuldu; vaktiyle Fatih’in Altımermer semtinde bulunan bir sütuna, iki ayrı yönden koşarak sarılan çiftin arası düzelirmiş.

 

HALICININ BODRUMU...

Efsanelerin sonu gelmiyor. Fakat ilgi çekici gerçek hikâyeler de az sayılmaz. Önümüzdeki ay yapılacak gezinin duraklarından biri Başdoğan Halıcılık... Sultanahmet’teki Four Seasons Oteli’nin arka kapısının açıldığı sokakta bulunuyor. Mehmet Başdoğan 18 yıl kadar önce buradaki bir binayı satın alır. Otopark olarak kullanılan bahçesiyle birlikte bir halı mağazasına dönüştürmek istemektedir.

Temizlik yapıldığında bahçenin altına, yeraltındaki geniş odalara açılan eski bir demir kapı görünür. Arkeoloji Müzesi’ne başvurur Başdoğan. Uzmanlar gelip araştırma yapınca sürpriz ortaya çıkar; bu yeraltı galerileri Bizans’taki Büyük Saray’ın, kaybolduğu sanılan zifaf odasıdır. İmparator 1.Konstantin’in elçileri kabul edip özel toplantılar yaptığı bölüm… Başdoğan, Anıtlar Kurulu’ndan izin alır, kendisine verilen arkeologlar zifaf odasını ortaya çıkarır. 680 kamyon dolusu toprak, moloz ve çöp boşaltıldıktan sonra burayı ışıklandırarak ziyaretçilere açar.

 

MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLECEK ZİNDAN...

Bizans’ın ikinci büyük sarayı Blakhernai Sarayı’ndan da günümüze pek fazla bir şey kalmamış. Kalanların en önemlisiyse Anemas Zindanları. Önceki satırlarda söz etmiştik; şu sıralarda süren restorasyon bittiğinde müzeye dönüştürülecek. Ayvansaray’daki surların hemen bitişiğinde, Haliç’in kıyısındaki bu zindanları Kara Murat, Kahpe Bizans, Şahmaran gibi Türk filmlerinden de tanıyoruz. Fatih’in fedaisi Malkoçoğlu’nun, Bizans İmparatoru tarafından hapsedildiği zindan işte burasıdır. Malkoçoğlu’na âşık Bizans prensesi gece gelir ve onu kurtarır…

Bu fantezi aslında zindanın bugüne kalmış tek hikâyesiyle de benzerlik gösteriyor. İmparator Aleksios Kommenos, ailesiyle birlikte Blakhernai Sarayı’na taşınmak istediğinde buraya bir zindan yaptırır.

Bir süre sonra  İmparator’un sadık komutanı, Arap asıllı Mikhael Anemas’ın adı, İmparator’a karşı kurulan bir komploya karışınca gözlerinin kör edilmesine karar verilir.

Bu olayı İmparatorun kızı Anna Komnena, Alexiad adlı kitabında şöyle anlatıyor; “Anemas ile onun yanı sıra komplo içinde bulunanlar, saçları tümüyle kazınarak tıraş edilip sakalları da kesildikten sonra, imparator buyruğu ile meydan ortasında yürütülmeye ve sonra da gözlerinin oyulmasına mahkûm edildiler.

Bu gösterinin düzenleyicileri onları sımsıkı tutup çuval giydirdiler. Kafalarına taç misali sığır ve koyun bağırsakları doladılar. Onları sığırlara ata biner gibi oturttular ve bu halleriyle, sarayın bahçesinde dolaştırdılar. Önlerinde ise uşaklar, dans ederek yürüyor, dönüşümlü olarak avazları çıktığı kadar bağırıp tam bu tören alayına uygun gırgır nakarat çığırıyorlardı.
 
Her yaştan insan, bu gösteriyi izlemeye koşa koşa gelmişti ve bizler imparatorun kızları da gizlice onun seyrine çıkmıştık. Mikhael’in gözlerini saraya dikip yakaran ellerini göğe doğru kaldırdığını ve el kol işaretleriyle, kollarım omuzlarından koparılsın, bacaklarım gövdemden ayrılsın, başım dahi kesilsin dileğinde bulunduğunu görünce, oradaki her yaratık, gözyaşı dökecek, inleyecek kadar duygulandı; biz imparatorun kızları ise daha fazla hislendik.
 
Bana gelince, bu adamı böylesine bir eziyetten kurtarmak isteğiyle, birkaç kez anam imparatoriçeyi, gelsin bu tören alayını görsün diye çağırdım. Çünkü doğrusu, imparator babamız nedeniyle bizler bu adamlarla ilgileniyorduk. Ve onun kadar yiğit askerlerden, özellikle daha ağır cezaya çarptırdığı Mikhael’den kendini yoksun etmemesini diliyorduk.”
 
Tarih 1107’dir ve o sırada 24 yaşında olan Anna’nın isteği gerçekleşir. İmparator, komutanının gözlerini bağışladığını bildirir. Fakat Anemas’ı iyi bir geleceğin beklediği söylenemez; sonraları kendi adıyla anılacak zindana gönderilir. (Eyüp Tatlıpınar)

 

 

 


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.