TÜRÇEV: Bu ne ilk ne de son salgın olacak

Dünyada yaşanan Koronavirüs Covid-19 Salgını sonrası çevre turizm ilişkisini değerlendiren, TÜRÇEV (Türkiye çevre Eğitim Vakfı) Antalya Koordinatörü Lokman Atasoy, “Doğa kısa bir süreliğine de olsa dinleniyor, yenileniyor, nefes alıyor. Bir nevi detoks halinde. Kuşlar daha özgür, hava daha temiz, sular daha berrak, ağaçlar daha canlı, deniz daha mavi” dedi.

08/04/2020 13:38
TÜRÇEV: Bu ne ilk ne de son salgın olacak

Halil Öncü

Turizmde çevreye yatırım yapanların mutlaka kazançlı çıkacaklarını ifade eden Lokman Atasoy “Turizmde çevreye yatırım yapan mutlaka kazançlı çıkacaktır. Ekolojik turizm, yöresel değerler daha da ön planda olacaktır. İnsanlar bir müddet sonra doğa ile iç içe olan çevreye saygılı işletmeleri tercih edeceklerdir. Deniz-kum-güneş yine vazgeçilmez olacaktır, bu konuda tercih yapanlar için gerekli düzenlemelerin yapılması halinde temiz denizler, temiz plajlar avantaj sağlayacaktır. Daha sakin ve daha sade turizm anlayışı hem turistlerin hem de işletmecilerin menfaatine olacaktır” dedi.

Bu ne ilk ne de son salgın olacak!

Covid-19 salgını ilk olmadığı gibi son salgın da olmayacağını ifade eden Atasoy, “ Şunu kabul etmeliyiz ki Covid-19 salgını ilk olmadığı gibi son salgın da olmayacak. İnsanlık tarihi daha önce de birçok salgın hastalıklarla karşı karşıya geldi. Özellikle Avrupa ve Asya arasında bulunan Anadolu geçmişten günümüze her iki kıtadan tüccarlar, hacılar, ordular aracılığı ile bulaşıcı hastalıklara maruz kalmıştır. 19. yüzyılda Anadolu’da da görülen kolera, veba, sıtma gibi bulaşıcı hastalıklar Osmanlı döneminde büyük can ve mal kayıplarına neden olmuştur. Yakın geçmişteki Ebola, kuş gribi, domuz gribi, Sars, Mers gibi bütün bulaşıcı hastalıklar da can kayıplarına neden oldu ve sonrasında aşıları bulunarak kontrol altına alındı.  Dolayısıyla bu Koronavirüs de diğer pandemiler gibi bulaşarak yayılım gösterecek ve bir süre sonra kontrol altına alınacaktır” dedi.

Günümüzde bir virüsün çıkıp rahatlıkla yayılacağını ve kontrol edemeyeceğimizi hiç hesaba katmamıştık!

Covid-19 salgını yaşanan paniği de değerlendiren Lokman Atasoy, “ Bunun diğerlerinden farklı veya benzer tarafları vardır ancak günümüzde insanların daha kolay ve çok sayıda dolaşıyor olmalarından kaynaklı beklenmedik bir şekilde gerçekleşmesi panik yaratmıştır. Günümüzde bir virüsün çıkıp rahatlıkla yayılacağını ve kontrol edemeyeceğimizi hiç hesaba katmamış olmalıyız ki böylesine şaşkınız. Yoksa salgınlardan ölümler veya halk sağlığı kaynaklı ölümler sürekli olmaktadır. Örneğin Kara Veba olarak bilinen salgından 1346-1350 yılları arasında Avrupa’da 50 milyon kişinin öldüğü ifade edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü-DSÖ 1960 yılında ortaya çıkan HIV virüsünden şimdiye kadar 32 milyondan fazla insanın öldüğünü ifade etmektedir. Sanayi devriminden sonra tıp her ne kadar ilerlemiş olsa ve salgınlara karşı aşılar bulunmuş olsa da çevre kirliliği ve doğal yaşama müdahaleye bağlı sağlık problemleri çeşitlilik göstermiş ve devam etmiştir. Hava, su, toprak kirliliğine bağlı çevre sorunları halk sağlığı problemlerini arttırmıştır” dedi.

Kirletilmiş sular, kötü hijyen koşulları ve bu koşullarda beslenen hayvanlarla temas, salgın hastalıkların yayılmasına neden olmaktadır!

Bugün dünyada yetersiz besin, çölleşme, susuzluk vb. etkenlerle ve açlığa bağlı olarak günde 25.000 kişi öldüğüne de dikkat çeken Lokman Atasoy “Dünya Su Raporuna göre, dünyada 2 milyar insan temiz suya düzenli erişim sağlayamıyor. UNICEF’e göre her gün 5 yaş altında sekiz yüz çocuk temiz su ve hijyene sahip olmadığı için ölüyor. DSÖ, her on insandan dokuzunun kirli hava soluduğunu, yılda 7 milyon insanın hava kirliliğine bağlı hastalıklarla öldüğünü ifade etmektedir. Dolayısıyla halk sağlığını etkileyen tüm sorunlar çevresel kaynaklıdır. Kirletilmiş sular, kötü hijyen koşulları ve bu koşullarda beslenen hayvanlarla temas, salgın hastalıkların yayılmasına neden olmaktadır. Korunmanın yolu da tamamen çevresel koşulların sağlıklı olmasına bağlıdır. Sonuç olarak çevre sağlığı olmadan insan sağlığı olmaz!”dedi.

Doğal hayata müdahalenin sonuçlarını yaşıyoruz

İnsanoğlunun doğa ile anlamsız bir savaş içinde olduğuna da dikkat çeken Lokman Atasoy “ Her nedense doğa ile kaybedeceğimiz anlamsız bir savaş halindeyiz. Sars, Mers virüslerinin devamı niteliğinde olan Koronavirüs de doğal hayata müdahalenin sonucudur. Sars’ın misk kedisinden, Mers’in deve veya yarasadan kaynaklandığı, Koronavirüsün de yarasadan veya karıncayiyenden bulaştığı yüksek ihtimal olarak uzmanlarca ifade edilmektedir. Çıkışı doğaya müdahale, yayılması kötü hijyen koşulları, mücadele şekli için de temiz su, temiz hava, yeşil alanlar önem arz etmektedir. Dolayısıyla virüsün ortaya çıkışı, yayılması ve korunma yollarının tamamı çevresel koşullar ile doğrudan alakalıdır. Örneğin 2002’deki Sars virüsü ile ilgili yapılan araştırmalarda havası kirli olan kentlerdeki ölüm oranlarının temiz olan kentlere göre daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde havası kirli olan kentler koronavirüs için büyük risk taşımaktadır”dedi.

Hiçbir şey eskisi gibi olmamalı!

Doğanın kısa bir süreliğine de olsa dinlendiğini, yenilendiğini ve nefes aldığını söyleyen Lokman Atasoy “ Bir nevi detoks halinde. Kuşlar daha özgür, hava daha temiz, sular daha berrak, ağaçlar daha canlı, deniz daha mavi..

Peki yarın normal hayata döndüğümüzde aynı şekilde kirletmeli miyiz? Acısını çıkarırcasına hoyratça kullanmaya devam mı etmeliyiz yoksa düşünmeye çok fırsatımız olduğu şu günlerde bireysel ve toplumsal olarak düşünüp hatalarımızdan ders mi çıkarmalıyız?

Bizim jenerasyon 2000’li yılların başlarında uzay savaşları, robot isyanları, uçan araçlar gibi bir dönem yaşayacağımıza dair hayallerle büyüdük. Teknolojimiz karşısında insanlığın karşısına ne çıkarsa üstesinden gelebileceğimizi düşünüyorduk belki de.. Yalnız bir virüsün tüm dünyayı bu kadar çaresiz hale düşüreceğini, süper güç ülkelerin basit bir maskeyi temin etme konusunda bile aciz duruma düşeceğini hiç tahmin etmezdik. Meğer ne kadar da zayıfmışız..

Zengin-fakir, din, dil, ırk gözetmeyen virüs ortak düşman haline gelince beraber çözüm üretebiliyormuşuz demek. O zaman dünyayı daha kötü felaketlere götüreceği öngörülen iklim krizi ile mücadele konusunda neden benzer çözümler üretemiyoruz?

Tüm dünyanın bundan olumlu sonuçlar çıkarmasını umut etmeliyiz. Öncelikle de kendimizden başlamalıyız. Tüketim alışkanlıklarımızı sorgulamalı, hırslarımızı gözden geçirmeliyiz. Şu süreçte özlemini çektiğimiz değerlerin kıymetini bilerek hayatımıza devam etmeliyiz.

Benzer felaketleri yaşamamak için hiçbir şey eskisi gibi olmamalı!”dedi.

Geleceğin turizminde çevre ve sağlık koşullarını sağlayanlar kazanacak

Turizmin geleceği ile ilgili kısa, orta, uzun vadede pek çok senaryonun konuşulduğunu, tüm senaryolarda kabul edilen gerçeğin ise insanların artık turizm tercihlerini çevre ve sağlık koşullarını ön plana alarak planlayacaklarını söyledi.

Lokman Atasoy “ Şu anda en çok zarar gören nasıl ki turizm ise bunu fırsata çevirecek olan sektör de turizm olmalıdır. Çünkü insanlar eve kapandıkları şu dönemleri kontrollü seyahatler, alternatif turizm tercihleri ile gerçekleştirmek isteyeceklerdir. Bu bir ihtiyaçtır. Yani temiz denizinizin olması, temiz havanızın, temiz suyunuzun, temiz doğanızın olması şart. İnsanlar açık alanları, dış mekanları daha çok tercih edeceklerdir uzunca bir süre. Hijyen koşullarını üst düzeyde beklemeleri, kalabalık ortamlar yerine daha sakin alanları tercih etmelerini beklemeliyiz. Butik oteller, alternatif turizm tercihleri ön plana çıkacak ancak deniz-kum-güneş imkanlarını değerlendirmek isteyenler çoğunlukta olması muhtemeldir. Konaklama sektörünün bu tercihte bulunacaklar için uygun koşulları hazırlamaları gerekecektir. Antalya bunu avantaja dönüştürebilecek düzeydedir. Temiz denizlerimizin, Mavi Bayraklı plajlarımızın, temiz havamızın, suyumuzun, doğal alanlarımızın, alternatif turizm için çok uygun olanaklarımızın olması son derece önemlidir. Bunları değerlendirmeli, çeşitlendirmeli ve çevreyi koruyarak sürdürülebilir, sorumlu turizm anlayışını geliştirmeliyiz.

Antalya’da kitle turizmi ağırlıklı hizmet veren işletmeler de bu beklentileri dikkate alarak hareket edeceklerdir. Kapasitesinin altında müşteri alarak, aralarında mesafe bırakacak şekilde farklı alanlar oluşturulması, kişiye özel malzemeler vb beklentiler olabilecektir. Nasıl ki herşey dahil konseptinde dünyanın en başarılı otelleri haline geldiysek yeni beklentilere göre hareket edecek kapasiteye ve profesyonelliğe de sahip olunacağını düşünüyorum.

Turizmde çevreye yatırım yapan mutlaka kazançlı çıkacaktır. Ekolojik turizm, yöresel değerler daha da ön planda olacaktır. İnsanlar doğa ile içiçe olan çevreye saygılı işletmeleri tercih edeceklerdir. Deniz-kum-güneş yine vazgeçilmez olacaktır, bu konuda tercih yapanlar için gerekli düzenlemelerin yapılması halinde temiz denizler, temiz plajlar avantaj sağlayacaktır. Daha sakin ve daha sade turizm anlayışı hem turistlerin hem de işletmecilerin menfaatine olacaktır.

Gıdaların %30’nun atık olduğu herşey dahil konseptindeki tüketim alışkanlıkları belki de artık  tamamen değişmelidir. Turistlerin hep daha çok isteyen, işletmecilerin de hep daha çok veren yarışı yerine daha az çeşit, daha az tüketim herkesin menfaatine olacaktır. 28 çeşit peynir olmasına rağmen az bulan turistin istediği 29. peyniri bulup getirmek yerine hijyenik, tercihen organik, yöresel gıdalar ön plana çıkmalıdır. 

Hizmet esnasında kullanılan malzemeler tekrar gözden geçirilecektir. Virüsün eşya üzerinde kalma süresinin konuşulduğu şu dönemde tek kullanımlık plastikleri tamamen turizm sektöründen çıkarmamız en doğrusu olacaktır. Elden ele temas edilen pipetler terkedilmelidir. Çevre dostu, doğal ürünler ön plana çıkarılmalıdır. Pamuk, keten, yün gibi doğal ve hijyenik ürünlere geçeceğiz belki de...

Sürdürülebilir olmaktan ziyade sorumlu turizm anlayışı ile hareket etmemiz gereken, bunu yenilenme, sıfırlanma olarak kabul edeceğimiz, yanlışlardan vazgeçmek için fırsat olarak göreceğimiz bir turizm anlayışına sahip olmanın zamanı geldi belki de...

Kimi otellerde israf olarak görülen hijyen ve kalite departmanları hak ettikleri saygıyı görmelidirler bundan sonra. Aynı şekilde çevre yönetimi, eko-etiketler, çevre standartları, çevre eğitim çalışmalarını yürüten çevre mühendislerinin, çevre danışmanlarının, Mavi Bayrak sorumlularının ne kadar önemli bir görev üstlendikleri anlaşılmalıdır. Uluslararası eko-etiketlerin, gıda ve çevre yönetim sistemlerinin ne kadar önemli olduğu fark edilmelidir. Yerli turistin her dönem can simidi olduğu, görmezden gelinmeyecek bir potansiyel olduğu anlaşılmalıdır.

Sonuç olarak turistin beklentisi temiz ve doğal olanaklara sahip işletmeler olacak, bu koşulları sağlayabilen ve bunu kanıtlayabilen işletmeler kazançlı çıkacaktır” dedi.

Mavi Bayrak avantaj sağlayacaktır

Mavi Bayrak ilk olarak Avrupa Birliğinin 1987 yılını çevre yılı ilan edilmesiyle başlatılırken çıkış noktası halk sağlığını korumak ve bunu çevre eğitimi ile bilinçlendirmek amaçlı olduğunu da hatırlatan TÜRÇEV (Türkiye çevre Eğitim Vakfı) Antalya Koordinatörü Lokman Atasoy “50 ülkede uygulanan program ile şimdiye kadar çevrenin ve halk sağlığının korunmasına yönelik yapılan çalışmalar turizm açısından nasıl önem taşımış ise bundan sonra daha çok önem kazanacaktır” dedi.


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.