Otelin kapısına gelen yaralıyı almamak olmazdı...
"TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, “Ben yaralı bir insanın otelin kapısına geldiği zaman, o otel yöneticilerinin kapıyı kapatıp onu geri çevireceğini düşünmüyorum" dedi.

Otelin kapısına gelen yaralıyı almamak olmazdı...
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Muharrem Yılmaz, iş dünyasının iki etkili ismi Mustafa Koç ile Güler Sabancı’nın da aralarında bulunduğu 50’ye yakın işadamıyla birlikte çıktığı Cizre’deki “çözüm sürecine yatırım” turunu tamamladıktan sonra ayağının tozuyla Türkiye’nin gündemindeki konuları Milliyet’e değerlendirdi.
TÜSİAD, Taksim Gezi Parkı’nda başlayan olaylarda sabaha karşı çadırların yakılmasının ardından tepkisini ‘polis olağanüstü aşırı güç kullanıyor’ uyarısıyla en hızlı ortaya kurumlardan biri oldu. Ancak Muharrem Yılmaz aynı fikirde değil, “Bence çok da hızlı değildik. Daha da hızlı olsaydık keşke... Keşke olayların buraya gelmesini önleyebilecek kadar etkili olabilseydik” diyor.
TÜSİAD Başkanı, Gezi gerginliğinde en çok tartışılan konuların başında gelen Divan oteline gelenlere yardımı ve buna karşı oluşan tavrı ise siyasetin keskin diline yoruyor.
Gezi Parkı olayları sırasında TÜSİAD olarak ‘olağanüstü aşırı güç kullanılıyor’ diyerek ilk açıklama yapan kuruluşlardan birisi oldunuz? Cumartesi günü öğlen saatleriydi ve polis henüz Taksim’den çekilmemişti. O süreç nasıl yaşandı?
Gezi Parkı olayları ile ilgili olarak da tabi hızlı bir açıklama yapma ihtiyacı oldu. Bence çok da hızlı değildik. Daha da hızlı olsaydık keşke, olayların buraya gelmesini önleyebilecek kadar etkili olabilseydik. Türkiye’nin ekonomide sağladığı itibarı demokraside de sağlayabilmesi için yeni bir fırsata dönüştürülebilmesi imkânı var diye o gün konuştuk. Maalesef bu fırsatı değerlendiremedik.
Dünya kamuoyu olayları nasıl algıladı?
Zannediyorum dünya kamuoyunda da bu gelişme Türkiye için bir artı olarak kaydedilmiştir. Ne mutlu ki Türkiye’de de demokrasinin mayası tutmuş, insanlar demokrasiyi içselleştirdikleri için bu taleplerinde de samimiyetle ve ısrarla hareket ediyorlar. Bu işin Türkiye için kazançlı tarafı. Şimdi yavaş yavaş bu mayası tutan demokrasinin daha ileri aşamalarına gelmesi lazım.
Devlet-birey ilişkilerinde bireyi merkeze alan Anayasa hazırlayabilsek bu Türkiye’nin dünyaya önemli bir mesajı olur. Demokrasi alanındaki gelişmeler dünyanın güzel bir örneği olacaktır. Çevremizde bizi dikkatle izleyen ülkeler var. Ayrıca AB vizyonumuzu da çok canlı tutmamız lazım.
Başbakan’ın yaptığı konuşmalarda TÜSİAD’ın bazı kurucularını hedef alan ifadeler kullanması yönünde ne düşünüyorsunuz?
Siyasetin dili maalesef biraz keskin. Bizim kültürümüzde kapınıza geleni muhtaçsa, sıkıntısı varsa, ihtiyacı varsa geri çevirmek yoktur. Ben yaralı bir insanın otelin kapısına geldiği zaman, o otel yöneticilerinin kapıyı kapatıp onu geri çevireceğini düşünmüyorum.
Nitekim biz 500 bin kişiyi kabul ettik. (Suriye’den kaçanlar)... Kendi ülkelerinde mağdur oldukları için, sıkıntıları olduğu için muhtaç olarak kapımıza geldikleri için. Bu hiç sorgulanmadı ülkede. 500 bin kişiyi ‘sen suçlu musun’ diye sorgulama imkânı var mı? İşte otelin kapısına gelenlere de arkadaş sen kimsin terörist misin, suçlu musun diye sorgulamak mümkün mü? Böyle bir şey beklememek lazım. Suriye’den gelenlere nasıl davrandıysak, evimizin, otelimizin kapısına dayanan muhtaç insanı da geri çeviremeyiz.
Başbakan ile yaptığınız son görüşmede bu konu gündeme geldi mi?
Siyasetin söyleminin daha uzlaşmacı olması beklentimizi toplumu ayrıştıran bir üslubun sakıncalarını, hele hele bu ülkenin lokomotifi olmasını beklediğimiz ve bugüne kadar gururla söz ettiğimiz iş insanlarımızın böyle hedef gösterilmesinin sakıncalarını dile getirdim. İnsani refleks olarak değerlendirilmesi gerektiğini anlattım.
Nasıl karşıladı?
Birbirimizi karşılıklı dinledik.
Görüşme talebi sizden mi geldi?
Bu tür gelişmeler ve iş dünyasına yönelik özellikle faiz lobisi gibi söylemler ortaya çıktıkça, dinlemek istedim. Yürütmenin başı olarak, devletin bütün bilgi kaynakları Başbakan’ın uhdesinde, kullanımında. Bizim bilmediğimiz bir şey varsa müdahil olmamız gereken bir husus varsa bunları anlamak ve öğrenmek için randevu istedim. Karşılıklı birbirimizi dinleyip anlama imkânımız oldu. Diyalog her zaman yararlıdır.
Görüşmenizden sonra da yine benzer söylemler devam ediyor...
Hep beraber üzülüyoruz. Herkes üzülüyor. Türkiye’de kimsenin istemediği, memnun olmadığı bir hava estiğini düşünüyorum. Başbakan da memnun değil ama hiç kimse de memnun değil bu gelişmelerden.
Tam da bu noktada gösteriler ‘Türkiye’yi zayıflatmak için bir provokasyon olarak algılanmıyor mu’ hükümet tarafından?
Gezi Parkı’nda çevre duyarlılığıyla başlayan ve katılımcı demokrasi taleplerinin dile getirildiği süreçte mutlaka provokasyondan medet uman, bu tip gösterilerde bulunmaya çalışanlar oldu. Ama esası gözden kaçırmamak lazım. Onlar bence polisiye vakalar.
Onların ayıklanması, esas özü etkilemesine esas görüntüyü gölgelemesine izin vermemek lazım.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: