MUĞLA’DA BİR GÜN…

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 31/12/2019 23:40
Muğla’yı, yıllardır ilçeleri Marmaris ve Datça’ya otobüsle gidiş-gelişlerimde otobüs terminalinde verilen kısa molalardave küçük ama lezzetli yemeklerini tattığım bir lokantası ile tanımış; şehri gezme eksikliği bende hep var olmuştu.



Bir gün Datça’da tatilde kaza geçirip, ambulansla Muğla Devlet hastanesine getirilmiş, Doktorum Yavuz Beyin başarılı ameliyatı sonunda, 3 haftaya yakın konuk olduğum ortopediservisindeki odamdan görebildiğim sadece bir dağın yeşil yamacı olmuş, Muğla’nın neresinde olduğumu hep merak etmiştim.

Şehri bugüne kadar gezememiş olmam mahcubiyet ve suçluluk hissine dönüşmüş,’ kırık ayak’ yürümeme izin verdiğinde Muğla şehrini tanımaya karar vermiştim.
Geçtiğimiz günlerde hastaneye yeniden gidip Doktorum Yavuz Bey’in ‘artık rahat yürüyebiliyorsun’ sözlerini duyunca Muğla’yı tanımak için hastaneden çıkıp, eski kentin yer aldığı Hisar Tepesinin yamacındaki mahallelere, Sabur hane meydanından bir aracın zor geçebildiği daracık sokaklara, 28 alaturka kiremitli bacalarıyla ünlü beyaz evlerin arasına daldım. Beyaza boyalı, tek veya çift katlı avlulu evler. Evlerin ana girişine kuzulu kapı deniyor. Bunlardan birinin kapısından girip, 130 yıllık Şerefliler evinin avlusuna vardığımda Muğla evi havasını soluduğumu hissettim.



Arastaya doğru yoluma devam ediyorum. Her yerde küçük bir meydan, çınar ağacı ve çayevleri dikkatimi çekiyor. Arastaya ulaştığımda saati hala çalışan tarihi saatli kuleyi karşımdabuluyorum. Rum Filvari ustanın l895 tarihli imzasını taşıyor.Karşısında tarihi Şeyh Camii etkileyici.
Çarşı merkezinde çınar ağacı ve bir şadırvan yer alıyor, Kurşunlu camii 500 yıllık tarihiyle ve ihtişamıyla en dikkat çeken yapılardan biri meydanda. Bir sokakta kunduracılar, bir sokakta terziler, bir sokakta nalbantlar, kalaycılar, sobacılar, semerciler, bir sokakta küçük küçük esnaf lokantaları… eltezgahlarında dokudukları çeşitli geleneksel ürünleri satan ev kadınlarının işlettiği küçücük dükkanlar… Rengârenk bir dünya Arasta.
Köftesiyle ünlü Muğla’ya gelip de köfte tatmamak olmaz. Çınar Ağacının altındaki bir masaya oturup lokantadan köftemi söylüyorum. Yağında ekmeği, yeşilbiberi, domatesi kızartılmış köfte, salatayla servis ediliyor. Muğla köftesinin neden ünlendiğini lezzetinden anlıyorum. Yemek sonrası çayımı yudumlarken Muğla Belediyesince hazırlanan broşür ve haritayı inceliyorum.

Tarihi M.Ö 3000 yıllarına kadar uzanan Muğla, Kayra medeniyetinin önemli yerleşim yeri olmuş, adını bir rivayete göre, Selçuklu komutanı Muğlu Bey’den almış, diğer rivayete göre de 1889 Aydın Salnamelerinde ise Mobella isminden almış.
Şehrin müzesine doğru yola koyuluyorum. Muğla’nın en eski mimari yapılarından biri olan Konakaltı Kültür Merkezinin bulunduğu binanın karşısında Belediye binasının yanındabuluyorum Müzeyi. Eskiden hapishane olarak kullanılan bir binanın avlusunda taş eserler sergileniyor. En dikkat çekici olan Stronikia Ören yerinden getirilen Leda mezar siteli.  Etnografya, Arkeoloji ve Doğa Tarihi bölümü binanın alt katında yer alıyor.
Muğla Müzesinin en ilginç ve önemli bölümü boynuzgiller, memeliler, atgiller, gergadanlar gibi canlılara ait 5-6  milyonyıllık fosillerin sergilendiği doğa tarihi bölümü. MTA Tabiat müzesinden sonra ülkemizin buluntular açısından  zenginikinci tabiat müzesi olarak karşıma çıktı. Doğu Asya’dan İspanya’ya kadar uzanan coğrafyada 5-9 milyon önce yaşayarak yok olmuş, canlıların fosilleri ilk kez teruelhavzasında bulunması ve bu döneme turolian adı verilmesi nedeniyle, Müzede çeşitli hayvan fosillerin yeraldığı bubölüme Turolian adı verilmiş. Muğla’nın Özlüce köyünde Prof. Dr. Berna Alpagot tarafından 1992’dan bu yana yürütülen kazılarda çıkarılan çeşitli hayvan fosilleri sergileniyor bu bölümde. Arkeoloji bölümünde ise, Afrodit heykelcikleri en fazla dikkat çeken eserlerdi.



Müzeden çıkıp yeni restore edilmiş bir zamanlar Zahire Pazarının kurulduğu hana gidiyorum. El işleri ürünleri yan yana sıralanan dükkanlarda satılıyor. Kahve kokusunu takip ettiğimde karşıma, hanının içinde bir kafeterya karşımaçıkıyor. Kafeteryada ud nağmeleri hoş ve dinlendirici bir hava oluşturuyor. Kumda pişirildiğini öğrendiğim kahveden kendime ısmarlıyorum. Masalardan birine doğru yöneldiğimde gözüme çarpan Muğla Saraylısı adı verilen tatlıyı da ısmarlamadan geçemiyorum. Ziyafet çekeyim diyorum kendime.
Yağcılar Pazarını gezerek, Konakaltı ve Saburhanesokaklarındaki evlerin arasından Saburhane Meydanına dönüyorum.  Çınar ağacının altına oturup, bir çay söylüyorum kendime. Çınar ağacının dalları nedeniyle fark edemediğim, Mimar Sinan Heykeli’ni yanımda buluyorum.
Otobüs terminaline dönmek üzere, Kara Muğla Caddesinden aşağıya doğru yürümeye başlıyorum. Yolda ilerledikçe tek tük çok katlı binalar beliriyor. Yolun bittiği yerde karşıma  Pazar Yeri çıkıyor. Köylerden getirdikleri ürünleri satanların çoğunluğu kadınlar. Her türden sebze meyve tazesiyle, kurusuyla tezgahları süslüyor. Adeta renk cümbüşü. Özellikle Marmaris’ten gelen turların uğrak yeri olduğunu öğreniyorum.

Cumhuriyet Meydanına ulaştığımda, Muğla’da cafelerin, çay bahçelerinin çokluğu dikkatimi çekiyor. Hepsi de dolu, canlı.Arasta’da sohbet ettiğim kunduracının, 25 bine yakın üniversiteli gencin şehirdeki ekonomiyi canlı tuttuğunu söylediğini hatırlıyorum.
Şehrin düz alanda yer alan otobüs terminaline giderken, artık yüksek binaların arttığı göze çarpıyordu. Otobüse binmeden önce  ’ Muğla Simidi’ alıyorum.  
Otobüs terminalden ayrılıp, ana yola çıktığında camdan Hisarlık Tepeye, onun yamacına yayılmış eski mahallelere veyeni yerleşim alanlarına bakıyorum. Muğla kenti sivil mimarinin orijinal halini korunarak yaşanıldığı,  en iyikorunan kentlerimizden başında olduğunu söyleyenlere hak veriyorum.

Yorumlarıyla yazılarıma değer katan Nilgün Hanımın veYalçın Beyin katkılarına geçen yazımda rastlayamadım.
 

Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.