Kleopatra ve Antonius’un aşklarını yaşadıkları Tarsus’ta bir gün…
Yıllarca öğrencilik döneminde, Adana -Ankara E-5 karayolunda yaptığım yolculuklarımda çevresinden geçtiğim, Mersin’de çalıştığım yıllarda uğramadan Mersin’e bir an önce ulaşmayı dilediğim Tarsus’a bir günlük bir gezi yetmedi.
Geçtiğimiz aylarda Mersin müzesinde çalışmış ama müzecilik hayatından kopamamış Hititolog Yaşar Ünlü ile ben Roma döneminde batı Kilikya’sına başkentlik yapmış Tarsus’u gezmek için Kleopatra kapısında buluştuk. Antik dönemde bir liman kenti olan Tarsus’un, Kleopatra ve Romalı General Antonius’un aşklarını yaşadıkları şehrin girişindeyiz. Kleopatra Kapısı, Deniz kapı, Evliya Çelebi’nin İskele kapısı ve Tarsuslu yerli halkın "Kancık Kapı" olarak adlandırdığı Anıtsal Kapı ayakta kalan tek antik kent kapısı. Bizans döneminde de inşa edilen kent surlarında Dağ kapısı, Adana kapısı ve Deniz kapısı adıyla 3 kapı varmış.
Mısır'ın ünlü Kraliçesi Kleopatra ile Romalı General Antonius Tarsus'da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlükule’de büyük bir törenle karşılanarak, Deniz kapısından kente geldikleri antik kaynaklarda anlatılıyor.
Kapıyı geçince, karşıma iki levha çıkıyor. Biri Şehir haritası diğeri Turistik Yürüyüş haritası. Şehri yürüyerek gezdiren turistik rota levhasını inceleyince, şehir yürüyüşe çıkmadan önce Nusret Mayın gemisinin olduğu parka gidelim diyoruz.
NUSRET MAYIN GEMİSİ TARSUS’TA
Çanakkale Deniz Zaferinde önemli rolü olan Nusret Mayın gemisi Türk Deniz Kuvvetlerindeki görevi 1955 yılında sona ermiş ve 1962 yılında özel bir gemicilik şirketine satılmış. Gemi kuru yük gemisi olarak hizmet görürken, 1989 yılında Mersin limanında batar ve terk edilir. 1997 yılında basında yer alan haber üzerine, Mersin Müze Müdürlüğü harekete geçer, eski özellikleri kazandırılarak yaşayan tarih konumunu koruyarak bir müze haline getirilmesi kararı alınarak gemiyi Kültür Bakanlığı devralmış. Gemi 2002 yılında Kültür Bakanlığından Tarsus Belediyesine devredilerek aslına uygun onarılarak bugünkü yerine taşınmış. Nusret Mayın Gemisi Kültür Parkı adı verilen parkta ayrıca küçük bir kapalı alan ile Çanakkale savaşını simgeleyen Seyit Onbaşı heykelinin dikilmesi gibi düzenlemeler yapılarak, 2003 yılında ziyarete açılmış.
Parkın atmosferi bize sanki Tarsus’un bir zamanlar liman kenti oluşunu günümüze taşıdığını hissettiriyordu. Nusret mayın gemisinin bulunduğu alandan çıkarken, Atatürk başta olmak üzere, Çanakkale şehitlerimizi saygıyla anıyoruz.
KLEOPATRANIN AŞK ŞEHRİNE KEŞFE YÜRÜMEK
Arabayı İsmet Paşa Bulvarında bir yere park edip, Tarsus’un ilk kurulduğu yere Gözlü Kuleye Kazı alanına doğru yürüyoruz. Eski Tarsus evleri ve yaşamı dikkatimi çekiyor. Restore edilmeyi bekleyen evlerde dökülmeler olsa bile, ayaktalar.
Gözlü kulede 1932-40 yıllarında yapılan kazılarda günümüzden Tarsus’un tarihini M.Ö. 7. Bin yıl öncesine götüren yerleşim izine rastlanmış. 2007 yılında bu yana Orta çağ, Roma ve Tunç çağı katmanlarında yapılan kazı çalışmaları Boğaziçi Üniversitesi’nden bir ekip tarafından yürütüldüğünü öğreniyorum. Gözlükule Tepesinde, şehrin eski ve yeni halinin manzarasına dalıyoruz bir süre.
Tarsus, Neolitikk dönemden beri çeşitli kültürlerin kaynaşma noktasını oluşturan ve Antik Kilikyayı Antik İç Anadolu’ya bağlayan tarihi yolların kavşak noktası olmasıyla stratejik konuma sahip olmuş. Aynı zamanda, Güneyde Regma Gölü ile Akdeniz’e bağlantısı nedeniyle, ilk ve orta çağlarda deniz ticaretine açık liman kenti olmuş. Hitit metinlerinde “Tarşa” olarak geçen Tarsus, Asurlulara göre M.Ö. 8. ve 7. yüzyılda Que Krallığı’nın başkenti, Tarzi (Tarzu) ismiyle anılır.
Gözlü kule kazı alanından sonra, eski Tarsus’un bulunduğu alana iniyoruz. Tarsus Amerikan Kolejinin olduğu taş binaların arasında buluyorum kendimi.1888 yılında yapılmış binalarda öğrenim başlamış kolejde. Eski taş yapılar, kimisi taş ve ahşap restore edilmiş yapılar arasından fotoğraf çekerek, Ulu Cami ve saat kulesinin bulunduğu alana geliyoruz.
Ulu Cami, 1579 yılında Ramazanoğlu Piri Paşa'nın oğlu İbrahim Bey tarafından St. Piyer Kilisesi kalıntılarının üzerine erken dönem Osmanlı üslubunda yapılmış. Camii daha büyük bir mabet ve üzerine yapılan kilisenin yapımında kullanılan devşirme malzemelerinden yapılmış. İnşaatında tümüyle kesme taştan yapılma tek minareli caminin taç giriş kapısından giriyoruz. Taç kapı, Memluk mimarisine sahip, siyah beyaz mermerlerle kaplı. Caminin içi de tamamen mermerle kaplı. Yaşar ‘Camiye bitişik türbede Şit Aleyhisselam, Lokman hekim ve Halife Memun'un mezarları var’ diyor. Fotoğraf çekiyorum. Minarenin yanında bir saat kulesi yükseliyor. Saat kulesi, 1890 yılında Kaymakam Ziya Bey tarafından yaptırılmış.
Ulu Camii’nin hemen yanında, her dönem hareketli bir ticari ve merkez olmuş, günümüzde de bu özelliğini koruyan, Tarsus'un en önemli yapılarından biri tarihi Kırkkaşık Bedesteni’nin önüne geliyoruz.
KIRKKAŞIK BEDESTENİNDE KLEOPATRA İKSİRİ İÇMEK
Ramazanoğulları Beyliği’nden Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından, 1579 yılında Ulu Caminin imarathane (aşevi) ve medrese olarak, dikdörtgen planlı kesme taştan yapılmış. Bir kaç kez restorasyonu yapılan Kırkkaşık Bedesteninin içindeki dükkanlarda, yöresel el sanatları, seramik, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma gibi turistik hediyelik satılıyor. Bedesten girişinde, levhalarda gördüğüm ‘kaynar ve Kleopatra İksiri, tatmak için bir kafeye oturuyorum. Baharatın 7 türünün kurusundan elde edilen bir sıcak çay, Kaynar’dan tadıyorum, Bedestenin tarihi atmosferinde. Kafe sahibesi Serpil Demir ile yaptığımız sohbette Kleopatra İksirinin ise, Safran, Melisa otu, Ekinezya karışımından yapılan bir kahve olduğunu üzerine fındık Antep fıstığı, keçiboynuzu tozu ilave edilerek servis edildiğini öğreniyorum. Bu karışım Kleopatra ve Antonius aşk yaşadıkları dönemden kalmış. Genç kalmak için içiliyormuş Kleopatra İksiri, Kaynar da bağışıklık sistemini güçlendiriyormuş.
Alanda, eski kent yaşamını yansıtan iki katlı evler ve tarihi hamam sokakların görüntüsü her adımda müthiş. Fotoğraf çekiyorum, ayrılmak istemiyorum adeta. ‘Harika bir diyorum’ Yaşar’a ‘daha çok gidilecek yer var’ diyor. Fotoğraf çekerek, Yaşar’ı takip ediyorum.
Camdan çerçeveli bir yapının önüne geliyoruz. Merakla nedir diye soracakken levhayı ve camdan çevrilmiş yapının içindeki duvar kalıntılarını görüyorum. Makamı Şerif Camii ve Danyal Peygamberin Kabri’nin olduğu yapı kalıntısının önündeyiz. Makamı Şerif Camii, 1857 yılında yapılmış, eski ve yeni bölümlerden olmak üzere iki kısımdan. Biz tek sıra sütunlu yeni yapıdan olan giriyoruz.
Daniyal Peygamber'in kabri bulunduğu için camiye "Makam Camii" adı verilmiş. Daniyal Peygamber, Babil Kralı 1. Nebukadnesar (MÖ 605-562) zamanında yaşamı ve Babil'de tutsak olan Yahudileri kehanetleriyle kurtarmış. Cami içi ve çevresi restore edilerek çok iyi düzenlenmiş.
Bir sonraki durağımız Kubat Paşa Medresesi’ndeyiz. Kubat Paşa tarafından 1553 yılında yaptırılmış, kesme taştan bir bina.1970-1998 yıllarında Tarsus müzesi olarak kullanılmış. Görkemli taç kapısı Selçuklu stilinde yapılmış ve orijinal olarak kapı günümüze gelmiş. İçerisine girince, Tarsus’un tarihini günümüze bağlayan bir Müze gezisi yapıyoruz.1985 yılında Tarsus Müzesine geldiğimde, Bir Alman Çiftin ellerinde rehber kitap, Kilikya Kapısını aradıklarını, bulamadıklarını, nerde olduğunu sordukları, Gülek Boğazına Kilikya’nın kapısı dendiğini söyeldiğimde, şaşkınlıkları aklıma geliyor.
YAŞAR’IN PEŞİNDE KOŞUYORUM…
Durmuyoruz, adeta koştuğumu hissediyorum, Yaşar’ı takip ederken. Eski Cami St.Paulus Kilisesi’ne vardığımızda. Eski bir mabet olan yapı, M.S.300’de kiliseye çevrilmiş, 1102 yılında St.Paulus Katedrali olarak kullanılmış. Roma sitilinde kalın, yüksek duvarları ve sütunlarıyla abidevi bir yapı. 1415 yılında Ramazanoğlu Şahabettin Ahmet Bey tarafından camiye çevrilmiş, minare daha sonraki yıllardaki yapılmış.
Çarşı merkezine doğru ilerlediğimizde, Kemerli bir yapıya geliyoruz. Eski Bir Roma dönemi hamam kalıntısı imiş, karşımızdaki. Altan Geçme adı da verilmiş. Altından geçmeyin deniyor ama büyük bir kemerin altından biz geçiyoruz. Roma döneminde kente kemerlerle su getirilmesinden sonra inşa edilen hamama ait kalıntılar karşımızdaki. Kapının yanındaki kitabede H. 1290, M. 1873 yılında onarım gördüğü yazıyor. Son yıllarda Tarsus Müze Müdürlüğünce yapılan kazılarda havuz ve sıtma sistemi açığa çıkarılmış. "Şahmeran Hamamı" olarak da biliniyor.
Söylenceye göre, Efsaneye göre, Misis'de oturan ve yılanların kralı olarak kabul edilen Şahmeran, o zamanki Tarsus Kral'ın kızına aşık olmuş. Güzel Prenses, Eski Hamam da yıkanırken Şahmeran hamamın üstüne çıkıp kubbe deliğinden gizlice onun yıkanışını seyredermiş, bir defasında yine seyrederken hamamın içine düşmüş, Prensesin koruyucuları Şahmeran'ın başını keserek onu öldürür. Şahmeranın şehir merkezinde heykeli de var.
Tarihi çarşıda, kimi restore edilmiş, kimi yıkık, evlerin bulunduğu sokaklarda yürürken, kaybolduğumu düşünmeye başlıyorum. Fotoğraf çekerken, nereden geçtiğimi unuttuğumu fark ediyorum. Yaşar’ı takip ediyorum sadece. Bir meydana geliyoruz,’ burada çay içelim ‘diyor Yaşar.
Seviniyorum, molaya. Meydanın ortasında piramit şeklinde bir çeşme, çevresinde kafe ve çay ocakları var. Sakinlik ve dinlendirici bir ortam buluyorum, çay içerken. Yeniden yola koyuluyoruz.
ST PAULUS KUYUSUNDAN SU…
St Paulus Kuyusu’nun bulunduğu Arkeolojik Parkın bulunduğu bir alandayız. St. Paulus'un doğduğu ve yaşadığı ev olarak bilinen yapı kalıntısının ortasında bir kuyu var. St. Paulus M.S. 3 yılında Tarsus'ta doğmuş ve babasının mesleği olan çadır bezi dokumacılığı işini sürdürmüş. Musevi Roma vatandaşı olan Aziz, ilk öğrenimini Tarsus'ta, yüksek öğrenimini Kudüs'de tamamlamış, daha sonra Hz. İsa'nın Havarisi olmuş. Kuyunun suyu, halk arasında şifalı olarak kabul ediliyormuş. Hacı olmak için Kudüs'e giden Hristiyanlar önce Tarsus'a uğrayarak, St. Paulus'un kuyusundan şifalı ve kutsal suyu içerlermiş. Bir su kuyusu ve çevresindeki yapıları barındırıyor Park. Kuyunun başında ben de poz veriyorum.
Şehir merkezine, Cumhuriyet Meydanında telle çevrili kalıntıların önüne geliyoruz. Antik Cadde (Roma Yolu) denilen kalıntılar telin görebiliyorum, teller arkasından. Bir temel kazısında ortaya çıkan alanda, Romalılar tarafından M.S. 1. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen, doğu-batı yönlü bir cadde ve buranın çevresinde çeşitli dönemlere ait bazalt taştan yapılma balık sırtı bir cadde, yağmur suları ile atık su kanalları, rögarlar ortaya çıkarılmış.
Tarsus merkezindeki Antik Yol ’dan sonra karşısındaki, Müze’ye geçiyoruz. Tarsus Müzesi,1970-1998 yılları Tarihi Kubatpaşa Medresesi’nde ilk kez açılmış, sonra Eski Adliye Binasına taşınmış. Giriş katında yer alan Etnografya Salonu'nda, Tarsus ve yöresine ait maden işçiliği ve dokuma ürünleri dikkatimiz çekiyor. Zengin bir koleksiyon var. Arkeoloji salonunda, Tarsus yöresinde çıkarılan Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı, Arkaik, Klasik, Hitit, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler sergileniyor. Benim Danyal Peygamber levhası dikkatimi çekiyor.
TARİHTEN GÜNÜMÜZE DÖNÜYORUZ…
Müzeden çıkıp Eskinin Tarsus’undan günümüz Tarsus’un Yarenlik alanında yaya bölgesine giriyoruz. Bir bankta bir süre oturuyorum. Tarihi alanlarında gördüğümden farklı canlı bir atmosfer, banklarda oturmuş sohbet edenleri görüyorum. Günümüz Tarsus’unu kısa bir süre de olsa yaşıyorum. Yaşar’ın ‘devam ediyoruz’ demesiyle yürüyoruz yeniden.
St Paul Anıt Müzesine geliyoruz. Anıtsal bir kapıdan kiliseye giriyoruz. Tavanında, Hz.İsa ile İncil yazarları, Yohannes, Mattios, Marcos ve Lucas’n freskleri bir göz ve kuş motifi dikkat çekiyor. Ortodoks Arap Rum cemaati tarafından 1850’de yaptırılan kilisenin binasının bahçesinde su kuyusu ve çan kulesi var. 1993 yılına kadar çeşitli amaçlarla kullanıldıktan sonra,1994’de kilise Anıt Müze olmuş.
Yaşar ‘Yürüme bitti, Tarsus’un dışına gideceğiz’ diyor. Arabanın olduğu yere dönüp, şehrin kuzeyine doğru 3 km yol alıyoruz bir süre. Tarsus Çayının doğduğu yer, Şelale’ye yeşilliğine kavuşuyoruz. Yıllar önce dolu dolu aktığını hatırladığım, şelalede mevsim nedeniyle su azalmış. Romalılar döneminde çay kentin ortasından geçiyormuş, şelalenin bulunduğu alan ise nekropol (mezarlık) olarak kullanılmış. Lokanta ve çay bahçeleriyle az da aksa suyun getirdiği serinliği yaşıyoruz. Tek kemerli tarihi köprünün sudaki yansıması harika bir manzara oluşturyor, kaçırmadan fotoğrafını çekiyorum.
ESHAFI KEHF MAĞARASINDA SÖYLENCELER
‘Haydi’ diyor Yaşar, dağlara Eshafı kehf Mağarasına yolumuz var diyor, yola çıkıyoruz. Dağlara doğru tırmanıyoruz. Yüksek bir tepede, 3 şerefeli bir minarli camii ve arakasında, Eshabı Kehf mağarası olduğu alana varıyoruz. Hristiyan ve Müslümanlarca kutsal yeri sayılan mağara kayada aşağıya inen merdivenlere yönelince ziyaret saatinin bitimine ancak gelebildiğimizi anlıyoruz. Hızlıca girip çıkmamıza izin veriliyor. Mağaranın girişi ve içerisinden birkaç kare fotoğraf çekip geri dönüyorum.
Eshabı Kehf diye adlandırılan ve kutsal kişiler olarak bilinen, Hristiyanlarca 7, Müslümanlarca 8 evliya olarak kabul edilen Yelmiha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Debernuş ve Kefeştetayuş adındaki yedi gence ait söylencenin Romalılardan kaçarak buraya sığınmışlar, mağarada 300 yıl süren bir uykuya yatmışlar. İçlerinden biri yiyecek almak için dışarı çıkar, elindeki paranın geçmediğini görüp tekrar döner. Selçuk’taki 7 uyuyanlar mağarasındaki benzer söylenceyi hatırlıyorum. Söylencenin İslami versiyonda, Mağaraya gelenler, içerde altı kişinin namaz kıldığını görürler. Yemliha dışardakileri bırakıp, mağaraya girer ve ondan sonra yedisi de görünmez olurlar. ‘Halk bilimci Hayrettin İngin’e göre çeşitli yerlerdeki Eshabı kehf’in sayısının 23 ‘diyor Yaşar. ‘Ama İslam Alimleri gerçek Eshab-ı Kehfin Tarsus’ta olduğu görüşünde birleşiyor ’diye ilave ediyor.
JUSTİNİANUS’UN KÖPRÜSÜNDEN TRAFİĞE KAPALI OLDUĞU BAÇ ÖDEKTEN KURTULUYORUZ
Hava kararmadan son durağımız olan, Tarsus’un kuzeyinde şehir Adana Bulvarı üzerindeki tarihi köprüye ulaşıyoruz. Bizans imparatoru Justinianus zamanında,6. yüzyılda şehri su taşkınlarından korumak için Tarsus Çayının yatağı değiştirilmiş ve köprü 21 gözlü 21 olarak dönemde yaptırılmış. Günümüzde 3 gözü kalan köprü geçenlerden alınan paraya ‘Baç’ denmesinden dolayı, köprü ‘Baç’ adıyla da tanınıyor.
Baç köprüsünden ayrıldığımızda, hava kararmadan köprüyü fotoğraflayabildiğimize sevinerek akşam yemeği için yeniden eski kent merkezine dönüyoruz. Artık, Tarsus’ta ünlü humus ile lahmacundan oluşan akşam yemeği ile gezimizi noktalayabilirdik.
Mersin’e dönerken yolda, Tarsus’u gezmek için bir günün yetmediğini söyleyince, Yaşar ’Yaylalarına da çıkmak gerekir, en azından 3 gün gerekli ‘diyordu.
Önemli haberleri kaçırma!
E-posta bültenine abone ol: