Günü başlatan lezzet: Simit

Geçtiğimiz günlerde her köşe başında susam kokularının yayıldığı kafeteryalardan birine girip, simit ve çayla ‘kahvaltı’ edip güne başlarken yaşamımda hepimizin yaşamında simidin bir yeri olduğunu bildiğim simidin bendeki öyküsüne dalıp gittim.

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 31/12/2019 23:40
Günü başlatan lezzet: Simit

Adil Çulhaoğlu

Arapça  “beyaz ekmek” anlamına gelen Simit Kimimizin çayla kahvaltı ettiği, kimimizin günün her saatinde açlığını bastırdığı günlük yaşamımızın vazgeçilmez tadı, yanmış susam kokusuyla iştahları kabartan, yurtdışında yaşayanlarımızın vatan hasretinin simgesi, bazı yörelerimizde gevrek olarak adlandırılan üzeri susamla kaplı, halka şeklindeki bize ait özgün lezzetin adı.

Simit,  Bulgaristan, Makedonya,  Arnavutluk, Yunanistan başta olmak üzere Balkan ülkelerinde de gevrek simidi olarak biliniyor. Yunanca ‘kuluri’ Sırpça ‘çevrek’ Bulgarca ’gevreli’ olarak adlandırılıyor. Gevrek mayalı hamur avuç içerisinde düz yuvarlanıp halka haline getirilip, kaynayan pekmez kazanında  bir süre haşlanır, süzgeçle çıkarıldıktan sonra üzeri susamla kaplanıp fırına verilmesiyle 15 dakika 2. kez  pişirilir. Bu da gevreği çıtır çıtır yapar.

Simit ise mayalı hamur bükülerek halka haline getirilir, üstüne pekmez fırçayla sürülür, susam ekildikten sonra fırına sürülüp 30 dakika odun ateşiyle pişirilir. Teknolojinin getirdiği imkânlar bu süreyi günümüzde 12 dakikaya indirmiş.

Yaşamımızın Her Döneminde Var

Geçtiğimiz günlerde her köşe başında susam kokularının yayıldığı kafeteryalardan birine girip, simit ve çayla ‘kahvaltı’ edip güne başlarken yaşamımda hepimizin yaşamında simidin bir yeri olduğunu bildiğim simidin bendeki öyküsüne dalıp gittim. 

Çocukluğumun geçtiği Kadirli ‘de harçlığımızı aldığımız zamanlarda doğru çarşıya gidip Yeni Sinema’nın önündeki simitçiden aldığımız simidi, bol taneli şalgam eşliğinde iştahla yediğimizi unutamıyorum. Hele bir de karşı tezgâhtaki halka tatlı için paramız kaldıysa, keyfimize diyecek yoktu.

Daha sonra kendime ziyafet çektiğim simidin satıcısı da olmuştum. İlkokul 3. Sınıfı okuduğum 1967 yılında Osmaniye’de, kiracısı olduğumuz ev sahibinin oğluyla gece yarısı kalkıp simit fırını önünde kuyruğa girmiş, 10 simidi, fırıncıdan ödünç aldığımız çubuğa takıp ‘Taze Simit…’ sesleriyle şehirlerarası otobüslerin yolcu indirip bindirdiği duraklara, cadde ve sokaklardaki kahvehanelere dağılarak, simitleri satmıştık. Tanesini 25 kuruşa sattığımız simidin 10 kuruşu bizim payımızdı. Usta dediğimiz fırıncının parası çıkana kadar, çok istesek de bir simit yiyemediğimizi hatırlıyorum. Üniversite yıllarında ise Ankara Simidiyle tanışmış, köşe başlarında simit tezgâhlarında aldığımız simitle ilk kahvehaneye oturup,  bir bardak çayla açlığımızı bastırmış, bu kesemize uygun lezzet öğrenciliğimizin vazgeçilmez menüsü olmuştu.

Yurt dışında turizm fuarlarında ülkemizi tanıttığımız yılların birinde, eşim Kenzi Güzel Çulhaaoğlu’nun Belçika’da Kültür ve Tanıtma Müşaviri olarak görev yaptığı dönemde,  2012 yılında Anvers ve Brüksel fuarlarında Türkiye’den günlük yaşamı,  kesitler sunarak tanıtmak amacıyla, Türk fırıncılarda yaptırdığımız simitleri, semaverde demlediğimiz çayla ziyaretçilere ikram etmiş, büyük ilgi görmüştü.

Osmanlı Saraylarından Simit Saraylarına

Simidi ’ Araba tekerine benziyor’ diye tanımlayan Evliya Çelebi, 1630’lu yıllarda İstanbul’da 70 simit fırını olduğunu yazmış, İtalyan ressam Giovanni Jean Brindesi ‘nin 19. yüzyıl İstanbul günlük yaşamını yansıtan yağlı boya tablosu ile çeşitli ressamların tablolarında simit satıcıları resmedilmiş olarak yerini almış.

1525 yılından bu yana İstanbul’da üretildiği bilinen ve fiyat ve standardının 1593 tarihli Osmanlı Şerr’iye Sicili Narh listesinde ‘Halka-i Simit’ adıyla,  ağırlığının 300 dirhem ( 432 gram) fiyatının 1 akçe (bugünkü rakamla yaklaşık 1.4 TL) şeklinde ilk kez karşımıza çıkan Simit, 1600 yılında 100 dirhemi 1 akçeye, 1624 ‘de 75 gramı yine 1 Akçeye satılmış.

17 yüzyılda ise,  ağırlığı 25-35 dirheme inerek küçülmüş ‘Hurda Simitler’(küçük simitler) adını almış, 1691 yılında Padişah II. Süleyman dönemine ait Mutfak defterinde günde 30 halka-i simit tahsis edildiği belirtilerek saraya girdiği zikredilen simidin, Ramazan ayında saf tutan askerlere padişahların hediyesi olarak dağıtıldığı tarih sayfalarında yer alır.

Zaman içerisinde paranın değerinin düşmesiyle 1749’de narh listesinde simit çöreği 8.8 akçe iken, 1750-51’lerde 13.3 akçe, 1758’ de 20 akçe, 1770’de ise ’ parmak simit’ adıyla fiyatının 20 akçe olduğu belirtilmiş.

Seyyar satıcılarının çubuğa dizilmiş olarak ya da sepette elde, başa konan tepside cadde ve sokaklarda dolaştırarak, ya da köşe başlarında kurulan tezgâhlarda sattıkları simit, günümüzde şık döşenmiş kafeteryaların salonlarına girmiş, peynirli, zeytinli, kaşarlı gibi çeşitleri üretilmiş, diğer unlu mamuller, poğaça, börek, yaş pastanın da bulunduğu vitrinlerde yer alıyor.

Bazıları Londra, New York, Brüksel, Berlin, Frankfurt, Amsterdam, Riyad, Stockholm, Anvers gibi şehirlerde açtıkları işyerlerinde Simiti dünyaya tanıştırmışlar. Her ne kadar pastanelere benzese de, unlu mamullerinin bütün çeşitlerini barındırsalar da,  bu kafeteryalara Simit Dünyası, Simit Cafe, Simit Sarayı gibi adların kaynağı bir zamanların’ “Halka-i Simit” i olmuş.

İsim ve Fiyat İstikrarı

Günü başlatan lezzet olarak, yurtdışından gelenlerin ilk simitçilere uğrayıp doyasıya yedikleri, yurtdışında yaşayanların Türkiye’den gelecek dostlarından ilk istedikleri olan simit,  günümüzde yerine göre, 80- 100 gramı 1 lira ile 1,4 lira arasında satılıyor.

İster bir sokak başında, ister adını verdiği bir kafeteryada satılsın, simit Türk insanının damağında liderliğini hiçbir unlu mamule bırakmayacakmış gibi görünüyor.


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.