Ankara’da, Samanpazarı Dünyası

Ankara’nın tarihi havasını yaşatan Ankara Kalesi ve Samanpazarı ile tanışmam, üniversiteye kayıt yaptırdığım 1976 yılının sonbahar günlerine gider.

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 24/01/2020 16:17
Ankara’da, Samanpazarı Dünyası

Üniversiteyi kazanmış heyecanla otobüse binip Anakara’ya gelmiştim. Hacettepe üniversitesinin kayıt bürosunda kuyrukta sıranın gelmesini bekliyordum. Birden bir ses ’posta çekini yatırmadan kimse beklemesin’ dedi. Kuyrukta bir dalgalanma olmuştu. Ben de önümdekilere ‘nereye yatacakmış bu çek’ diye sordum. Başka bir ses ‘yandaki bankodan posta çekini alın Samanpazarı PTT çek merkezine yatırın gelin’ dedi. Yalnız ben beklememişim meğerse boşu boşuna, mırıldanıp, elde posta çekiyle kayıt bürosundan dışarı çıkmış, ‘neresi bu Samanpazarı’ diye soran ifadeyle birisine yaklaşınca’ biz de gidiyoruz oraya… Bizi takip et’ demişti gruptan biri. Gruba ben de katılmış Hacettepe hastanesinin önünden başlamıştık yokuşu tırmanmaya Saman Pazarı’na doğru, PTT’de çeki yatırıp yeniden kayıt bürosunda üniversiteli olmuştuk.

Daha sonraları Ankara’da bekara ve öğrenciye ev verilmediği günlerde küçük bir ev kiralamıştım. Boş eve; masa, sandalye perde, bardak, çatal, kaşık, tabak lazımdı. Dersten sonra üst sınıftan bir arkadaşa’ nereden alabilirim bunları ‘diye sorunca ‘Samanpazarı’na git. Hem 2. el mobilya hem mutfak eşyası bulursun ucuza ‘deyince yine o yokuşu tırmanmak görünmüştü bana. Cumartesi günü hemen Samanpazarı’na gidip kendimce küçük evimin mutfağını dizmiş, kendime bir çalışma masası, birkaç sandalye, hatta 2 de koltuk almış, bunları taşımak için cebimde kalan son parayla güç bela bir kamyonet kiralayabilmiş, evde demlediğim çayı yudumlarken cebimde hiç paramın kalmadığını unutup, mutlu olmuştum. Yabancılık çekmeden alışverişimi yaptığımı düşünmüştüm, zira bizim kasabanın dükkanlarını aratmamıştı bana Samanpazarı’ndaki perdeci, zücaciyeci, hatta lazım olur diye bir çekiç, bir küçük testere aldığım nalburcu dükkanı.  Eve bir de nazar boncuğu bile almıştım…

Hafta sonları sadece gezmek için gitmeye başlamıştım Samanpazarı’na. Bazen arkadaşlarımı da götürmeye başlamıştım. Ama memuriyete başlayıp, Cumartesileri de çalışmaya başlayınca Saman Pazarı’na gidemez olmuştum. Okul bitmiş ben de Ankara dışına tayin olunca, unutmuştum Samanpazarı’nı ister istemez.

Yıllar sonra Ankara’ya yeniden tayin olmuş, 2 Alman gazeteciye mihmandarlık yapma görevi verilince Samanpazarı yokuşunu tırmanmak görünmüştü yine bana. Ama bu kez araba ile tırmanmıştık Samanpazarı yokuşunu. Kaleyi gezmiş, Ankara manzarasına büyülenmiştik hep beraber. Arabayı bırakıp, kaleden yürüyerek dar sokaklarına dalmış, küçük bir kebapçıya girmiştik. Küçücük bir dükkandı kebapçı... Sipariş vermek istediğimizde, ’sadece 2 porsiyon kuş başı kebap kaldı, salata yapabilirim’ dedi, temiz önlüklü orta yaşlı lokantacı. Lokantanın sevimliği hoşumuza gitmiş, ’az yemiş oluruz’ diyerek alman arkadaşlarımın kabul etmesiyle, siparişimizi vermiştik. Yemeğimizin gelmesini beklerken, küçük dükkanın duvarlarını küçük tabloların süslediğini fark etmiş, yemekten sonra çayımızı içerken, tabloları lokantacının 12 yaşındaki oğlunun yaptığını, lokantacının oğlunu ünlü bir ressamın yanına kursa gönderdiğini söyleyişindeki mutluluğunu, oğluyla ilgili hayallerini, sanata ilgisini anlatmasını Alman dostlarıma tercüme ederken paylaşmaktan sevinç duymuştum.

Dar sokaklara yeniden dalmış, antikacıları, hasırcıları, dericileri, Ankara tiftiğini de satan yüncüleri, el dokuma satan dükkanları, bakırcıları, eski mobilyaların satıldığı dükkanları dolaşmış, kalaycıların bakır tencereleri kalayışlarını izlemiş, sıra sıra dizili kuru yemişçilerden fındık ve badem tatmıştık. Hele Pirinç handa gramafonları, pikapları ve taş plaklar ile siyah plakları görüp, süzülen nağmeleri duyan Alman arkadaşlarımın şaşkınlığını ve geziden memnuniyetlerini  dönüşlerinde yazdıkları makalede dile getirmeleri beni memnun etmişti.

O gündür bu gündür daha sık gelmeye başladım Samanpazarı’na. Yeniden  Ankaralı olmuştum çünkü. Ankara’ya gelen dostlarıma Ankara’yı gezdirirken, Saman Pazarı’na mutlaka uğramak zorunlu olmuştu.

Artık, Ulus’tan yürüyerek çıkrıkçılar yokuşunda düğün alışverişine çıkan yeni çiftlere ev kurmak için keselerine perde, yatak yorgan, gelinlik damatlık almak için kılı kırk yaran alışverişlerinin yarattığı havayı soluyarak sepetinden hasırına, hamağına, çoban kavalından gramafonuna taş plaklarına rengarenk bocuklara, tahta kaşıklardan güveç kazanına yünden nadide halı ve kilimlere kadar her şeyin bulunabildiği Samanpazarı’nın  daracık sokaklarına uğramak, kaleye çıkmak, benim  için alışkanlık oldu.

İhtişamlarından hiçbir şey kaybetmeden bu semtteki her ziyaretçiyi kendine çeken 13 yüz yıl Selçuklulardan kalma Aslanhane Camii,14. yüzyıldan kalma Ahi Elvan Camii ve 16. yüzyıl Kurşunlu Caminin yanında, Kale’deki Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Erimtan Müzesi, Rahmi Koç Müzesi ilk uğrak yerlerinin başında geliyor.

Kale içi ve eteğine yayılan sokaklardaki eski ama bakımlı yapıları, içlerindeki küçük restoranları, kafeleri, sanat galerileri günümüze tarihi atmosferi verirken tarihten gelen geleneksel el sanatı ürünlerimizi günümüze aktaran Samanpazarı aynı zamanda yerli ve yabancı ziyaretçiler için farklı bir dünya sunuyor.

Ankara’nın Kalesi ve Samanpazarı’na Ankara Dikimevi ve Ulus metro durakları arasında ring seferler yapacak elektrikli  otobüsler işletmeye alınarak, toplu taşıma sisteminin devreye sokulmasını önermek istiyorum. Ulus’tan 1. Meclis ile Kurtuluş Savaşı Müzesleri, Hacı Bayram Augustus Tapınağı, Ankara Kalesi, Samanpazarı Ulucanlar Müzesi, Hamam Arkası ve Hamamönü güzergahı üzerinden Dikimevi durağına uzanacak otobüs hattıyla, Ankara’nın tarihi atmosferini yaşamak isteyenler rahatlıkla ulaşabilecek, bunun da Ankara’nın turizm ekonomisine çok büyük katkı yapacağını düşünüyorum.


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.