SENEDE BİR GÜN BODRUM

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 31/12/2019 23:40

Datça’da Feribota binip, dalgalar arasında teknenin yol alışını, denizin mavi sularını seyrederken anılarım ‘Tatil’le beni Bodrum’un tanıştırdığını hatırlattı.
Bodrum’la tanışmam 1979 yılının yaz aylarına uzanır. Ankara’dan bir arkadaş grubuyla Bodrum’a gelmiş,  yeşilliklerle dolu geniş bir bahçe içinde pansiyon olarak işletilen bir konakta konaklamıştık. Denize girmek için dolmuşla Gümbet’e gittiğimizi, incir bahçeleriyle dolu sahilinde masmavi denizden çıkmayıp, kumsalda yürüyüşler yapmış, Ankara’nın soğuk kış günleri için güneş depolamak için günleri güneşlemekle harcamıştık. Bodrum merkezine döndüğümüzde akşam yemeğinden sonra  ‘İstanbul’u aratmayan eğlencelerin’ yaşandığı söylenen Bodrum eğlencelerine şahitlik etmek için Meyhaneler Sokağına daldığımızı ve her gün gecenin geç vakitlerinde pansiyona dönmüştük.



 O günlerde kale ve ören yerlerini ziyaret etmediğimizi, sadece Sanat Güneş’imiz Zeki Müren’i görebilmek umuduyla evini görmeye gittiğimizi hatırlıyorum.
Feribot’un Bodrum’a yaklaştığını fark edince anılardan sıyrılıp fotoğraf makinesine sarılıyorum. Bodrum Kalesi görkemiyle karşımızda, Limana yaklaşırken antik Tirhandil adı verilen, günümüze ulaşan hali geleneksel Gulet’lerden son teknolojiyle donatılmış her boydan yatların yarattığı deniz trafiğinin arttığını fark ediyorum. Denizden Bodrum’un muhteşem görüntüsünü tepelerindeki çirkin yapılaşma bile engelleyemiyor. Liman’da mavi tura çıkmaya hazırlanan Guletler ve Yatlardan yüzlercesi yan yana sıralanmış.
Bodrum’u kalesinden kuş bakışı seyretmek için, Liman’dan kaleye doğru yürümeye başlıyorum. Balıkçılar Kahvesinde oturup, bir çay içmeden geçemiyorum.
Turizm Danışma Bürosuna uğrayıp Bodrumla ilgili broşürlerden alıyorum. Bodrum Yarımadası Tanıtma Vakfı’nın hazırladığı Bodrum rehber kitapçığına kale girişinde bir banka oturup göz atıyorum. Tarihçi Herodot’un yazdığına göre Dor’lar tarafından  MÖ 1100 yıllarında kurulan Kayra kenti Halikarnasos’un tarihinin, adanın kuzeyinde son zamanlarda ortaya çıkarılan Peynir Çekirdeği Mağarasındaki buluntular MÖ 5000 yılına kadar uzandığını aktarıyor. Karya Satrapı Mausolos Kayra yönetim merkezini Milas’tan Halikarnasos’a taşır, Şehri  görkemli yapılarla donatır, MÖ 353’de ölünce yerine karısı II.Artemisia geçer. Stratejik önemi nedeniyle bir çok medeniyetin izlerini bıraktığı Halikarnasos’ta Pers, Roma, Bizans, Osmanlı hüküm sürer. Rodos Şövalyelerinin yaptırdıkları kalenin St.Petrus adına olması nedeniyle, liman Petronium olarak tanınmaya başlar, zamanla bu ad bugünkü ‘Bodrum’ a dönüşür.



Artık Kaleye tırmanamaya başlayabilirim. St. John Şövalye’lerinin kalesi olarak bilinen kale, İzmir’deki kaleleri 1402’de yıkılınca şövalyeler Bodrum’un ortasında yüksek kayalığına kale yaptırılır ve yıllar süren inşaatın yapımında Mozolenin duvar kalıntıları ile mermerleri kullanılır. Kaleye çıkarken cami tasvirli bir kadın mermer taşı dikkati çekiyor.18.yüzyıla tarihlenmiş. İlk durağım Sualtı arkeoloji müzesi oluyor.
M.Ö 3000’den buyana özellikle sıvı ürün depolamada ve taşımacılığında kullanılan 2 kulplu amforalar sıra sıra karşıma çıkıyor. Zengin bir amfora koleksiyonu bu. Salonun hemen sağında sarnıç ve M.Ö. 5 yüzyıla tarihlenen mozaik göze çarpıyor. Kaş-Uluburun’da bulunan 14.yüzyıla ait ticaret gemisinin deniz dibindeki halinin aynen yapılmış, gemideki yaşamı yansıtan kopyası görülmesi gerekli en önemli salon. İçkaledeki şapelin yanından yukarı çıkıldığında Cam Salonuna ulaşılıyor.MÖ14 yüzyıl ile MS11 yüzyılları arasındaki dönemlere ait cam ve topraktan yapılama objeler sergileniyor.

Buradan çıkıp ilerleyince bir taş binada Serçe Limanı Cam Batığı salonu bulunur.16 x5 metre ebadındaki 11.yüzyıla tarihlenen batık 35 ton yük taşıyabiliyormuş. Karyalı Prenses Ada’ya ait büstü, kişisel eşyaları ile altın tacının sergilendiği Kayralı Prenses Müzesi ilgi çekici ve gruplar halinde gezilebiliyor.
İngiliz, İtalyan, Alman, Fransız ve İspanyol(yılanlı) adları verilen kuleleri arasında bir yürüyüşe başlamadan önce cami avlusunda biraz dinleniyorum. Kale 1523 yılında Osmanlı imparatorluğuna, var olan kilise camiye çevrilmiş ve bir hamam yapılmış yanına.
Kale surlarında bir yanda şehrin doğusundaki geleneksel mimarinin örnekleri ile batısındaki liman, marinaya kuş bakışı bakabilir, diğer yanda denizin enginliklerine dalabilirsiniz.
Yunan adaları Kos ve Kalymnos’u fark edersiniz. Dünya’nın 7 harikasından biri sayılan ve yapıldığı tarihte 20 katlı apartman yüksekliğinde olan Maulos Mozolesi kalıntıları, MÖ 4 yüzyılda inşa edilmiş. Çok net görülebilen 10000 kişilik seyirci kapasitesi olan Antik Tiyatro, 1775 yılında kurulan Osmanlı Kulesi ve Tersanesi ile MÖ’ larda yapıldığı tahmin edilen Halikarnasos’un giriş kapısı Myndos Kapısı’nı kuleler arasında koştururken fark ediyorsunuz. Bir kulenin duvarında aslan kabartması, bir diğerinde yılan kabartması var. Kalenin duvarlarında 296 çeşit yapılan stratejik eklentilerin habercileri kabul edilen arma mevcut. Şövalyelerin toplandığı kulede toplantı masası, koltuğu, şövalye kıyafetleri ve diğer eşyalar dikkat çekiyor.

Müze salonlarında kullanılan tekniklerin değil aynı zamanda antik dönemlerde sevilen bitkiler ve çeşitli hayvan türünün de yaşatıldığı,  her adımda tarihten bir yaprak çevirip günümüze dönmemizi sağlayan Kaleden aşağıya iniyorum. Kaleden tam çıkmak üzereyken karşıma yabancı bir grup çıkıyor.
ATURJET Yönetim Kurulu Başkanı Özcan SANDIKÇIOĞLU ve dostum Hüsnü Gümüş’le karşılaşıyorum. Uluslararası Turizm Yazarları ve Gazetecileri Federasyonu (FİJET) in kongresi için gelen çeşitli uluslara mensup 300 turizm yazarı ve gazetecisi ile 3 günlük İstanbul Programından sonra Bodrum’a gelmişler. Program yoğun’ diyorlar. Çok etkili bir tanıtım olacak bu çalışmanız’ diyorum ben de. Gerçekten de öyle oldu. Kongre sonrası FIJET’in sitesinde yayınlanan yazılarla ve dünyanın en uzak köşelerinde turizm dergilerine yansıyan izlenimlerle tanıtım açısından hedefine ulaşmış bir organizasyonun varlığını kanıtlamış oldu.
Bodrum Belediyesi, Kuşadası Belediyesi, Bodrum Deniz Ticaret Odası, D- Marin, Kefaluka Otel’in konukseverliğinden kaynaklanan mutluluk konuklarımızın yüzlerinden ve konuşmalarından hemen anlaşılıyordu. Kolay gelsin’ diyerek vedalaşıyorum.
Çarşıya doğru yürüyüp, begonvillerle bezenmiş sokaklara dalıyorum. Küçücük pansiyonlar, orijinaline sadık kalınarak restore edilerek otel haline getirilmiş konaklar arasında gezinti yapıyorum. Bodrum sandaleti alıyorum kendime yıllar öncesi gibi. Küçük bir lokantada akşam yemeğine yer kalsın diye sadece su böreği ve kabak çiçeği dolması ısmarlıyorum kendime. Dinleniyorum bu arada.
Meyhaneler Sokağında gezintiyi akşama bırakarak, Neyzen Tevfik Caddesi boyunca yürümeye koyuluyorum. Cafeler, Barlar, lokantalar, mağazalar bir tarafta, bir tarafta deniz Marina’ya ulaşıyorum. Tekneler.. Tekneler… Yatlar.. Marina Çarşı’da dünya markaların ürünlerinden tutun yöreye has giysiler, bitkisel ürünler, yağlar, hediyelik eşyalar, halı kilim, mücevheratın satıldığı küçüklü büyüklü dükkanlar ve Cafeler, restoranlar ve yatçıların ihtiyacı olan her şeyi bulabileceği işletmeler mevcut. Sanki denizin kokusunun her yere sindiği ayrı bir dünya. Kendini Bodrum’un yurtiçinde ve yurt dışında tanıtmaya adayan BOYTAV Genel Sekreteri Cemil Bayraktar’la olan randevuma biraz daha vaktimin olduğunu fark ediyorum ve Cafe’nin birine oturup kendime bir filtre kahve söyleyip, deniz ve denizcilerin oluşturduğu havayı kokluyorum.

Mavi yolculuğun tarihi ünlü edebiyatçımız Halikarnas Balıkçısı, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın 1960’lı yıllarda arkadaşlarıyla teknelerle Bodrum ve Gökova Körfezi’indeki koylarda gündüz kıyılardaki ören yerlerinin ziyaret edildiği akşamları teknede balıkların yenilip mehtapta edebiyat sohbetlerinin yapıldığı teknelerle yapılan gezilere uzanıyor. Günümüzde Guletlerle günübirlik veya birkaç gecelemeli olarak yapılan Mavi Yolculuk, Bodrum-Gökova Körfezi, Datça Yarımadası çevresinden Marmaris ve Fethiye arasındaki yüzlerce maviyle yeşilin buluştuğu koylar arasında yerli yabancı tatilcilerin vazgeçemediği geziler olmuş ve Bodrum’u Türk turizminin en önemli kolu Yat Turizminin başkenti yapmış.
Akşam yemeği için yola çıkıyoruz. Yıllar önce aramızdan ayrılan Zeki Müren’in evinin müze haline getirildiğini önünden geçerken görüyorum.
 Bir Balık Lokantasına götürüyor Cemil Bey. Pava, ahtapot salatası ve zeytinyağlı, limonlu kaşık salata eşliğinde balık akşam menümüz oluyor. Bodrum’un tanıtılması için yapılan çalışmaları, her yıl onu aşkın katılınan yurtdışı fuarlar, bastırılan broşürler, çektirilen filmler ve Bodrum ile çevresinin turizm potansiyeli sohbet konumuz oluyor. Rusya ve Avrupa ülkelerinden başlatılan yeni charter seferlerinin turist sayısını önemli oranda arttırdığını öğreniyorum Cemil Bey’le vedalaşmadan önce.

Otele dönerken, Bodrum’un meyhaneler sokağına dalıyorum, yıllar sonra. Her iki tarafında  lokantalar, barlar, pub’lar, disco’lar ardı ardına uzanıyor. Halikarnas Disco  görkemiyle farklı olduğunu gösteriyor. Müzik sesleri yayılıyor her türden. İstanbul’da yeni açılan bir eğlence merkezinin sahibinin işletmesini tanıtırken ’Hazırladığımız eğlence programları Bodrum eğlencelerini aratmayacak’ şeklindeki sözlerini hatırlıyorum. Bodrum geceleri yoğunluğunu üzerinden atmış görünüyor,bu  sonbahar gecesinde.

Eski bir konak otelde sabah kahvaltısından sonra, sabah feribotuyla Datça’ya doğru limandan yola çıkıyorum. Bodrum kalesinin önünden geçip, liman arkamızda küçülüp kaybolunca, sahili ve dalgaları seyre daldım. Aklıma ünlü sanatçımız Zeki Müren’in seslendirdiği ‘Senede Bir Gün…’şarkısı geldi. Bodrum’un Gümbet’ini, Bitez’ini, ,Gümüşlük, Yalıkavak’ı, Göltürbükü’ünü gibi çevresindeki tatil beldelerini ve koylarını gezmeyi başka bir bahara bırakıyorum.
Datça-Körmen limanına ulaşıp, iskeleye ayak bastığımda  ‘Bir günlük Bodrum gezisinin’ yoğunluğunun, Datça’nın sakinliği ve sessizliğinde kaybolmaya başladığını hissettim.
    

Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.