PARKLAR ve HAYATIMIZ

Hatice Arısoy Hatice Arısoy 31/12/2019 23:40
Parksız bir yerleşim alanı düşünebilir miyiz? Buralar halkın soluklandığı, yorgunluğunu attığı, doğanın içinde kitabını, gazetesini okuduğu, hoşça vakit geçirdiği, kendini özgür hissettiği mekanlardır.


Parklarda kimse; güzel-çirkin, iyi-kötü, genç-yaşlı diye ayrılmaz. Kimse; zengin-fakir, mevkii-makamı düşünülerek kayrılmaz. Toplumsal eşitlik sağlandığı gibi toplumsal sorunlar da dillendirilir.

Parklar kentlerin içindedir. Yürüyerek gidilebilir. Otobüs ya da otomobille değil. Evlerimize yakın yerlerdir. Yaşlılar, çocuklar, hastalar içindir. Çocuklarını gezdiren anneler, dört duvar arasında bunalan insanlar, monoton hayatlarını renklendirmek için gelirler. Güneş görür, kuş ve çocuk seslerinin orkestrasını dinler. Spor aktivitelerini yapar. Doğanın muhteşemliğini yaşarlar. Çocuklar yürümesini, koşmasını, uçurtma uçurmasını, çayırlarda düşe kalka öğrenirler. Kuş evleriyle, hayvanlarıyla vicdani gelişimlerine katkı sağlayarak, yardımlaşmayı, paylaşmayı ve korumayı öğretir.

Başka insanlarla karşılaşma, tanışma, buluşma aynı  güzellikleri paylaşıp keyif alma mekanlarıdır. Her yaştan insana gezinti yolları, çiçek tarhları, oturma bankları, gölgelikler sunar.

Park deyip de geçmeyelim. “Ne olacak, alt tarafı park değil mi?” diyemeyiz. Günümüz hengamesinde, gri beton binalar arasında, trafik keşmekeşinde, AVM de bunalan insanlar açık havada, psikolojik rahatlama ve morale gereksinim duyuyorlar.
Hızlı kentleşme, siteler, yapılaşma ve otomobiller yeşil alanları olabildiğince daraltıyor, hatta yok ediyor. Kent dediğimiz yer bina ve otomobilden daha fazla bir şeydir. İnsanların apartmanlara, yollara ihtiyacı olduğu gibi parklara da ihtiyacı var. Hele günümüzde!

Parklar her ülkenin iklimsel koşulları, kültürel - toplumsal gereksinimleri, yaşanmışlıkları, değer yargılarına göre şekilleniyor. İngiliz’lerin bahçe anlayışında; doğal ortamı fazla bozmadan, güneşten olabildiğince yararlanma (Hyde Park) ön plandayken, Akdeniz toplumları sokakları yeşil alan kapsamına alıyor. Paris’te kaldırım kafeleri ve yeşil alanlar birlikte ele alınıyor. Berlin park içine kurulmuş bir kente benziyor. New York’ta Central Park ile doğa, kent içine taşınmıştır. Hindistan’da  Tac Mahal’i yaptıran Şah Cihan’ın parkı ise  insanların dolaşabileceği, ağaçlardan meyvelerin koparılabildiği kamuya ait bahçe biçiminde düzenlenmiştir.


İslam geleneğinde bahçeler, parklar cennetin simgesidir. Osmanlı’da; park mesire yerleri, cami avluları, pazar yerleriydi. Cumhuriyetin gelişim izlerini Başkentteki Gençlik Parkı, Güven Parkı, Kuğulu Park, İstanbul’da Gülhane Parkı, Yıldız Parkı, İzmir de Kültür Parkı simgeler. Buraları hem dinlenme-piknik alanları hem de sosyal olayların yaşandığı, gösteri ve yürüyüşlerin yapıldığı alanlardır.
Başka insanlarla bir arada bulunmak, onlardan etkilenmek, yalnızlıktan kurtulup birlikte kentli olunabilen yerlerdir.

Eski Yunan uygarlığında ise açık hava toplantı yerleriydi.
Bizlere huzur bahşeden, güzellikler yaşatan parklara karşı  sorumluluklarımız olmalı. Gürültü- patırtıdan, trafik karmaşasından uzak tutmalıyız. Olumsuzlukları sokmamalıyız. Güzellikleri bozup yok edeceklere müsaade etmemeliyiz. Daha küçücükten çocuklarımıza; çiçeğin dalında güzel olduğunu, dallarını kırmanın kollarını kırmak gibi bir şey olduğunu fısıldamalıyız. Şahsi malımız olmadığı bilinciyle esirgemeliyiz.

Her şeyi yerel yönetimlerden beklemeden üzerimize düşeni yapmaktan kaçınmamalıyız.
Keşke parklar kentlerin içinde değil de; kentler parkların içinde yaşayabilse!..
Ağaçlandırılmış, çiçeklendirilmiş, düzenlenmiş, havuzlu, şırıl şırıl suların aktığı, kuş cıvıltılarının eksik olmadığı bir parkın, çağdaş kentler için ihtiyaç olduğunun ayırdına varmalıyız.

CEVİZ AĞACI
Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Park’ında.
Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Park’ında.
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl,
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
Koparıver gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a
Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım
Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Nazım HİKMET


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.