İspanya’dan öğrendiklerimiz, İspanya’ya öğrettiklerimiz

Türkiye, ilk defa sektörden gelen bir bakan sayesinde kontrolsüz şişen bir dev sektörün direksiyonunu doğru istikamete çevirebilecek mi diye bizler de birbirimize soruyoruz.

Hüseyin Baraner Hüseyin Baraner 03/08/2018 02:07
İspanya’dan öğrendiklerimiz, İspanya’ya öğrettiklerimiz

1970 yılların sonlarına doğru İspanya’da okula giderken, İspanyollar'a imrenirdim. Ülkelerinin en güzel noktalarını Avrupalılar'ın misafir odasına dönüştürüyorlardı.

Tanıdığım her İspanyol’un cebinde en az iki otel, beş restoran projesi vardı. İspanya’ya müşteri talebi ve uluslararası toplumların sempatisi çok yüksekti. Batı Avrupalılar artık en fazla 2-3,5 saatlik uçuşla, yanıbaşlarındaki cenneti bulmuşlardı artık..

İspanya’yı sahipleniyorlardı

Faşist Franco rejimi düşmüştü. Avrupa’daki "Viva España" çığlıkları, ülkenin aynı zamanda turizm cingili olmuştu. Genç sosyal demokratlar ve liberaller İspanya’nın AB içindeki yeni yerini ve yapısını dizayn ediyordu .

Yeni Demokratik Ispanya’ya destek ve para yardımı zirveden inmiyordu. Biraz ismi ve parası olan İspanya’da görünmek istiyordu.

Ben de oradaydım o yıllarda..

Yabancı yatırımlar tarihe geçecek nitelikte rekor kırıyordu. Her yer otele dönüşmeye başlamıştı. Turizmde işler iyiydi. Taki 1985 yıllına doğru Antalya’nın adı duyuluncaya kadar.

O yıllarda otel sahipleri, İspanya’ya kontrata gelen tur operatörlerine karşı burunlarından kıl aldırmazlardı. Herşey dahil diye birşey henüz yoktu. Otele teftişe veya kontrata gelen turizmcileri otel sahipleri önce otelin restoranına ve mutfağına, sonra odalarına götürürlerdi.

Tur operatörüne oda fiyatından önce müşterisinin ekstra ortalamasını sorarlardı hemen. İspanya, Avrupa Birliği'nin yardımı ve turist vergisi ile destinasyonlarındaki tüm caddeleri, yolları, sokakları, promenadları 5 yıldızlı hale dönüştürmüştü.

Bizdekinin tam tersi durum vardı

Çevre ve sokaklar 5 yıldız iken, otellerin çoğu sadece 2-4 yıldızdı. 5 yıldızlı otel her yörede ancak bir tane vardı. Yaşam; eğlence, spor, yemek ve mutluluk sokaktaydı, sahildeydi, promenadlardaydı.

“Biz müşteriye mobilya satmıyoruz, bak gördüğün gibi; biz, sokaklarımızda hergün (fiesta) bayram sunuyoruz” derledi İspanyol dostlarım bana sorduğumda. 1990'ların ortasına doğru Türkiye İspanya’nın önünü kesmeye başlamıştı.

Türkiye’nin piyasalara sunduğu büyük yatak kapasitesi ve çok uygun fiyatlar etkili olmaya başlamıştı. Yeni tarz müşteri yetiştiriyordu Türkiye artık piyasalar için: "Uygun ve ödenebilir fiyata lüks ve herşey dahil tatil" arayan kitleler..

Fiyat herşeyin önüne geçmişti Türkiye turizminde

Her tur opratörü büyümek, hemde çok büyümek istiyordu. "Tatilin en ucuzu bende!" diye Avrupa caddelerini ve havalimanlarını süslüyorlardı. Hep fiyat, fiyat ve yine fiyat... Kaliteden, hizmetten bahseden yok gibiydi. Türk konsepti tur operatörlüğü, günü yeniden canlandırmıştı.

Türkiye’ye dokunan hemen büyüyordu. Ancak "Bol dikenli bir gül" gibiydi ülkemiz. Hesabını bilmeyenlerde hemen çöküyordu, batıyordu, kaçıyordu.

Türkiye, tur operatörlüğüne “Kapasite Managementi” diye bir kavram, hatta şirket içi bir önemli birim kazandırmıştı. Alanya, Side, Kemer sahilleri birbirlerine “Yüzbin Pax, Üçyüz Bin Pax” diye hava atanlardan geçilmiyordu.

Herşey dahil otel kaleleri 

Geniş arazi üstünde kurulu, zengin donanımlı, altyapılı, cephesi, kapısı, sahibi havalı, atin-grek isimli, herşey dahil otel kaleleri tur operatörlerini artık büyük düşünmeye zorluyordu.

Aynı yıllarda İspanya da durağan hale geçmişti. İlk nesil turizmci İspanyollar, ya çok yaşlı yada rahmetli olmuşlardı. Herşey dahilden zaten nefret ediyorlardı. "Ben, yemek pişirmesini bilmeyen müdürü otelime sokmam" diyenlere şahit olmuştum çoğu zaman.

Tur operatörlerinin devamlı Türkiye’yi övmeleri, İspanyolların canını sıkmaya başlamıştı. Zaten büyük çapta ekonomik tatil arayanları Türkiye kapmıştı.

İspanya’da oteller eskimişti

Türkiye’deki bazı personel lojmanları bile İspanya’daki bazı otellerden daha donanımlıydı. Otellerin yüzde doksanında havuzdan başka hiçbir facilite yoktu. Fitness, sauna, Spa, disco, kidsclub hayaldi. Konsept hep bar ve restoran ağırlıklıydı. Bana İspanyol patronum: “İçmeyen, yemeyen turist görürsem; haftaya bir daha otelime çalışmaya gelme" derdi.

1980 yılında Türkiye’de askeri darbe olduğunda İspanya’nın en ucuz turizm bölgesi Torremolinos’ta okul masraflarını çıkarabilmek için gece otellerde çalışırken, otel sahibine yeni çıkan bilgisayarlardan bahsetmiş ve 'Otelde eğitim verelim' demiştim. İspanyol patron beni azarlamıştı: “Önce soğan soymasını öğrenin, ben paramı yemek ile kazanıyorum" diye kızarak, arkamdan sert bir dille seslenmişti.

Yıllar  böyle akıp gitmişti

Türk Turizmi şahlanmıştı. Tayland’dan Küba’ya kadar Türkiye’ye gelip, işletme ve hizmet modelimizi inceliyorlardı. Sektörümüzün geldiği durumu öven de, söven de aynı masada oturuyordu. Ne terör, ne doğal afetler, ne de siyaset önümüzü kesemiyordu.

Arasıra yaşanan krizler çabuk atlatılıyordu. Heryıl yüzlerce yeni otel, sahillerimizde yerini alıyordu. Esnaf sayısı turist sayısını geçmişti. Türkiye gelişmiyor şişiyordu. Herkes de susuyordu. Konuşanlar da genelde beceriksiz kişiler olarak küçümseniyordu.

İspanya Türkiye’yi yakın takibe almıştı

İspanyollar çok uzun düşündüler ve yeni Milenyum’un başında aralarında birbirlerine sordular:

Soru 1: Bu fiyatlar ile Türkiye ile rekabet edebilir miyiz?

Cevap: No, nunca, hayır, hiç bir zaman.

Soru 2 : Türkiye‘deki otellerin aynısını yapmak  için arsamız varmı?

Cevap: Hayır, olsa da kimse ödeyemez.

Soru 3: Türkiye’deki otelleri aynı yatırım bedeli ile İspanya’da inşa edebilir miyiz?

Cevap: Hayır!

Soru 4: Otelleri yapsak bile aynı maliyete hizmet verebilir miyiz ?

Cevap: Yine hayır..

Ve sona bıraktıkları soruyu sordular:

“Türklerin yumuşak karnı ne?”

Cevap : Türkler odacı ve cirocu. Güzel hizmet veriyorlar ancak az kar ile yetiniyorlar. 80-100 otelin dışında kurumsal büyüyen ve gelişen yapılar yok.

Tur operatörlerine verebildikleri ucuz  oda fiyatını doğayı, çevreyi ve çalışanı suistimal ve sömürerek elde ediyorlar. AB normlarının çok altında mevzuata tabiler.

Netice: İspanyollar olağanüstü bir özgüven ile ve “Bravo España“ sloganı ile yeniden yapılanmaya gittiler. Temizlikçi kadınların tatil adası Mayorka’yı, 20 yılda dünyanın en kaliteli ve verimli tatil adasına dönüştürdüler.

Uçak şirketlerini çok hoş tuttular

Kâr getirmeyen kuru turist ve ziyaretçi kalabalıklarını peyderpey azalttılar. Uluslararası tur opratörü markalarına (TUI) gibi kuruşlara büyük çapta ortak oldular. Uçak şirketlerini çok hoş tuttular. (Ryanair İngiltere’de değil, İspanya’da büyümüştür) Avrupalı turizmcileri yaşam ve çalışma için ülkelerine çektiler.

Avrupa piyasalarında “Antalya Harika" diyen herkes, şu an Mayorka'da yaşıyor, yaşamak istiyor. Bugün Antalya’nın arrival raporları her sabah, önce Mayorka'daki tur operatörü merkezlerine mailleniyor.

Yaşam sevinçi ve tatil rüyasını canlı tutmak için, en önemli sanat ve kültür etkinliklerini turistlerin gezdiği adreslere taşırken, giderek birbirleri ile yeni fikirler ile yarışıyorlar. Lobi faaliyetlerinde önemli İspanyollar'ın önünü açıyorlar.

Biz farklıyız, bizde tatil mutluluğu çakma değil

Biz farklıyız, bizde tatil mutluluğu, yaşamın tadı, yediğiniz, içtiğiniz, 'Enstantane', 'Senaryo' veya 'Çakma' değil!.. “Biz gerçeğiz” diyorlar.

Ve bu düşünceye sadık kalarak, Mayorka Adas'ında 120 Bin yatağı azaltmak istiyorlar. Turizmin ancak yerel halk ile iç-içe yaşanarak, bir Halk Sanayisi’ne dönüşebileceğine, toplumlararası barışı destekleyebileceğine inandıkları için, her noktada turist sayısını azaltmak, kontrol etmek istiyorlar.

İspanyollar'ın bu kararlı inanç ile uyguladıkları “Turizmde değişim ve yerel kalkınma” çalışmalarını izlemeleri ve görmeleri için 2001 yılında Alanya’nın uzun dönem başarılı Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu'nu Mayorka Adası'na davet etmiş sokak ve caddeleri günlerce beraber gezmiştik.

Biz küçülerek büyüyeceğiz, bırakın Türkler istediği kadar büyüsün

Yine 2005 yılında Kemer’in Belediye Başkanı arkadaşım Hasan Şeker’i Kanarya Adaları'na götürmüş ve dağ eteklerinde küçük otantik işletmelerin nasıl para kazandığını bizzat göstermiştim. Aynı restoranda yemek yediğimiz İspanyol belediye başkanları, “Biz küçülerek büyüyeceğiz, bırakın Türkler istediği kadar büyüsün!” sözlerini, İspanyolca  tercüme etmemi istiyorlardı benden.

Bugüne gelecek olursak; İspanya son 5 yıldır kontrollü büyüme yoluna girdiğini tescil etmiş oluyor.

Onların mottosu: “Büyüme, büyüle!”

Türkiye, ilk defa sektörden gelen bir bakan sayesinde kontrolsüz şişen bir dev sektörün direksiyonunu doğru istikamete çevirebilecek mi diye bizler de birbirimize soruyoruz.

İçime mi doğmuştu bilmiyorum ama, Mehmet Ersoy’u bakan olmadan bir ay önce Kanarya Adaları Turizm Bakanı ile muhteşem Maxxroyal Kemer’de bir araya getirmiş ve saatlerce bu konuları konuşmuştuk.

Türk turizminin 20 yıl sonrasının kahramanları, bugün henüz daha karar verici durumda değil. Yalnız, benden söylemesi: Bu arkadaşlar yavaş yavaş yola çıkıyorlar. Uluslararası piyasa kanaat önderlerine, Bakan Mehmet Ersoy'un kendi işinde bu dönüşümü başardığını anlatıyorum.

İspanyollar Türkiye’ye karşı daha dikkatli bir yaklaşım sergiliyorlar

"Türkiye’de genç, donanımlı, eğitimli ve vizyoner turizmciler ile bu dönüşümü başaracak” diye anlatırken, bunları vurgulayarak sözlerime ekliyorum.

İspanyollar ilk defa yeniden Türkiye’ye daha dikkatli bir yaklaşım sergiliyorlar.

"Türkler de bizim yolumuzu seçerlerse" diye endişelenler de başladı Iberia yarım adasında.

Bakalım zaman ne gösterecek.

 


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.