Müzeler haftasında müzelerimiz ve turizm

18 Mayıs’ta başlayan Müzeler Haftası nedeniyle, bir süre benim de de aralarında olduğum müze uzmanı arkadaşlarımın heyecanına katılıyor; müzelerimizde görev yapan her kademeden çalışanına yürüttükleri çalışmalarında başarılar diliyor ve kutluyorum.

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 21/05/2018 17:47
Müzeler haftasında müzelerimiz ve turizm

Yerli ve yabancı kazı ekiplerince yıllardır yapılan kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarılan tarihi zenginliklerimizi barındıran müzelerimiz ve ören yerlerimiz, ülkemizin döviz girdisinde çok önemli rol oynayan Turizmimizin en önemli öğelerinden biri olan kültür turlarının temelini ve dünyanın her yerinde yürütülmekte olan tanıtım çalışmalarımızın ana temasını oluşturmaktadır.

Floransa’da katıldığımız ulusal ve uluslararası destinasyonları arkeoloji ve kültür turizmi teması altında birleştiren önemli fuarlardan olan TOURISM A (Arkeoloji ve Kültür Turizmi Fuarı) bu anlamda önemli bir açılım olarak değerlendirilmektedir.

Ünlü tarihçi Heredot’un “gök kubbenin altındaki en güzel coğrafya yeryüzünün en güzel iklimine sahip” olarak tanımladığı ülkemiz coğrafyasında çeşitli medeniyetlerden kalma 12 bin yıllık tarihi zenginliklerin korunarak sergilendiği 438 müzemiz ve 139 ören yerimiz bizlere geçmişi günümüze aktarmakla kalmayıp, dünyanın her yerinde ana çekim merkezi olarak turizmimiz için en büyük zenginliğimizi oluşturuyor.

Müzeler Haftasını kutladığımız bu günlerde, okul yıllarında sıra halinde bir müzeye ya da bir ören yerine ziyarete götürüldüğümüzü, bizlere sergilenen eserlerin gösterilip, tarihlerinin anlatıldığını hatırladım. Sıra halinden sıyrılıp müzeleri ya da ören yerlerini koşarak dolaşıp, bahçede oyuna dalmıştık. Öğretmenlerimiz bizleri bir arada tutamamışlardı... Böylesine bir geziyi hiçbirimiz unutmadık ama gezdirilen yerleri unuttuk, ne zaman ki, gün gelip de gelen misafirlerimizi yaşadığımız şehirde gezdirmek istediğimizde, hatırlamaya çalıştık, müzelerde yaptığımız o gezilerimizi.

İnsanoğlunun geçmişe merakı hep var olmuş, eski olan her şeyi bir köşeye koymuş atasından dedesinden kalan birkaç eşyayı saklamış, kendisine yaptığı evin duvarını örerken yakınındaki yapı kalıntısından bir taşı köşe taşı yaparak geçmişe bağlantısını sürdürmüş, günümüze ulaştırmıştır.

Ülkemizde 12 bin yıl geriye uzanan ilk çağlardan, Hitit, Frig, Roma Bizans Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden kalma, arkeologlarca ortaya çıkarılan buluntuları barındıran ve tarihin yapraklarını genç kuşaklara aktarma görevini yıllardır yapan müzeleri ve ören yerlerin kuruluşlarına baktığımızda ayrı bir tarih görürüz.

Türk Müzeciliği ile ilgili ilk çalışmalar, Selçuklu Dönemi’nde (13.yy) eski Konya’nın bulunduğu höyüğün su duvarı boyunca, çeşitli dönemlere ait eserlerin   dizilmesi ile karşımıza çıkar. Dulkadiroğluları döneminde, Kahramanmaraş Kalesinde geç Hitit eserlerini toplanır, ilk müzenin temelleri ise, 1846 yılında Tophane-i Amire Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından İstanbul Aya İrini Kilisesinde atılır.

Osman Hamdi Bey’in 1881’de Müze Müdürlüğü’ne getirilmesiyle, Asar-ı Atik Nizamnamesinin hazırlanarak, eserlerin yurtdışına çıkışı yasaklanır, ülkemizde çeşitli yerlerde çıkarılan eserlerin toplanmasıyla, Çinili Köşk’te İstanbul Arkeoloji Müzesi kurulur.

Kurtuluş Savaşı yıllarında Sakarya Meydan Savaşı esnasında 9 Eylül 1920’da göreve başlayan hükümetin ilk yapacağı işler arasında eski eserlerin derlenmesi ve müzeler kurulması konusunun yer almış, Ulu Önderimiz Atatürk’ün direktifiyle 1921’de Ankara Kalesi içindeki Akkale’de Eti Müzesi açılmış, daha sonraları Kurşun Han ve Mahmut Paşa Bedesteni restore edilerek, eser zenginliği nedeniyle adı Anadolu Medeniyetleri Müzesi olmuş,1923yılında Etnografya Müzesi kurulmuş, Atatürk’ün direktifiyle 1937 yılında ören yerlerinin fotoğrafları havadan çekilmiştir.

Bu çalışmaları, Konya ve Bursa, Adana Müzelerinin kurulması takip etmiş, ilk sanat müzesi ise, 1937 yılında Atatürk’ün emriyle kurulan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi olmuştur.

Bugün ülkemizin her köşesinde, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı 198, 240 özel müze ve 139 ören yeri olmak üzere toplam 577 müzenin gerek teşhir gerekse kullanılan modern teknikler açısından batıdaki müzelerle boy ölçüşebilecek düzeyde olması ve uluslararası çeşitli kuruluşlardan aldıkları ödüllere sahip olması Türk Müzeciliğinin geldiği yeri göstermekle kalmyor, değerini de arttırıyor.

İstanbul'daki tarihi yarımada üzerindeki Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Arkeoloji Müzeleri ile Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Etnografya Müzesi, başta olmak üzere, Gaziantep Mozaik Müzesi, Şanlı Urfa Göbeklitepe Müzesi, Çanakkale Truva Müzesi, gibi müzelerimizde ek salonlarda sergilenen eserler yerli yabancı gezginlerin ilk uğradıkları yerler oluyor.

Diğer yandan Selçuk-Efes Açık Hava Müzesi, Kadirli, Karatepe-Aslantaş Açık hava Müzesi ile, Ağlasun-Sagalassos, Datça-Knidos, Kozan-Anavarza, Muğla-Stratonikia, İzmir-Bergama, Kayseri-Kültepe gibi birçok yöremizdeki ören yerlerindeki kalıntılar gezenlere sadece tarihi bilgileri değil aynı zamanda da mimari özellikleriyle yaşam ve mitolojik öyküleri de aktarıyor.

2018 Yılının Troya yılı ilan edilmesi ve Truva Müzesinin açılması, yurtiçinde ve yurt dışında çeşitli etkinlikler organize edilmesi, sadece tanıtım etkinliğinin başarısının ötesinde son yıllarda modern müzelerimizin açılmasıyla da müzecilerimizin uluslararası alanda ulaştığı başarının büyüklüğünü gösteriyor. Aynı zamanda yurtdışındaki eserleri talep ettiğimizde sergileyecek yeriniz yok tezinin de geçersizliğini ortaya koyan, tüm müzeci arkadaşlarımızın bu konuda takdire değer çabalarının bir sonucu olarak da belirtmeye değer buluyorum.

 

 


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.