HER KÖYE BİR MÜZE NEDEN OLMASIN?

Hatice Arısoy Hatice Arısoy 31/12/2019 23:40

    Müze sözcüğü eski Yunanca’da ”Bilimler tapınağı” manasındaki ”mouseion”dan gelir. Dünyada ilk müze M.Ö. 300 yılında İskenderiye’de 1.Ptolemaios zamanında kurulmuştur. Müze adı verilen ilk bina aslında bir üniversitedir. Sanat ve bilime değer veren okulların bir araya toplanmasından oluşmuştur. İlk müzede sanat eserlerinden ziyade eski kitaplar vardı. Sonraki yıllarda arkeolojik eserlerle doldu.

    

   Müzeler; ülkelerin kültürel ve tarihsel değer taşıyan, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin sergilendiği kurumlardır. Toplumların asırlar boyu toprak altında kalan ve geçmiş medeniyetlerin tüm izlerini taşıyan, sanat ve bilim eserlerinin büyük özenle korunarak gelecek nesillere aktarılması bakımından önemi ve işlevi her gün daha iyi anlaşılmaktadır. Sadece eski dönemlerde yaşamış toplumların kültürlerini, miraslarını değil aynı zamanda insanlığın tüm evrelerini, yaşanan doğa olaylarını da bütün boyutlarıyla inceleyen, bu konularda oluşan bilgileri derleyen, eserler üreten merkezlerdir.

   

   Ülkemiz; tarih boyunca birçok medeniyetin yaşadığı, kurulup-yıkıldığı, doğa olaylarıyla yok olduğu, çok zengin yeraltı değerlerine sahiptir. Ne var ki, Türkiye’de müzecilik düşüncesi yerleşmediğinden 19.yüzyıl ortalarına kadar birçok tarihi eserimiz yurt dışına kaçırılmıştır. ”Taş değil mi, al götür” denmiştir. Bugün bunların iadesi için geçmiş uygarlıkların izlerini arayan bilim insanlarımız büyük uğraşlar vermekte.

 

      İlk müzecilik fikri ülkemizde, 1846 yılında Sultan Abdülmecid zamanında Ahmet Fethi Paşa’ya verilen talimatla, eldeki silahların Aya İrini Kilisesi’ne yerleştirilmesiyle başladı. Ancak sık taşınmalar ve yönetici değişiklikleri nedeniyle halka açık bir müze oluşamadı. 1876’da Askeri Müze ve Arkeoloji Müzesi birbirinden ayrıldı. 1881 yılında müzenin başına ressam, arkeolog Osman Hamdi Bey getirildi. Arkeoloji alanında yaptığı önemli katkılardan ötürü pek çok Avrupa ülkesi tarafından ”Fahri doktora” ünvanıyla ödüllendirildi. İlk işi ”Asar-ı Atika Nizamnamesi” (1906) diye bilinen eski eserler kanununu yenileyerek, imparatorluk sınırları içindeki tüm eserleri İstanbul’a taşımak oldu. Bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi onun zamanında yaptırılmıştır.

 

   “Cumhuriyetin temeli kültürdür” diyen Mustafa Kemal ATATÜRK ile müzecilik daha bir önem kazandı. Eğitim almaları için yurt dışına öğrenciler gönderildi. Tarihi eserlerin çıkarıldıkları mekanlarda değerlendirilmesi yoluna gidildi. Yurt genelinde müzeler açıldı. Anadolu medeniyetleri bu topraklarda yaşayan insanlarla tanıştırıldı.

 

   Müzelerimiz: Arkeoloji Müzesi, Etnografya Müzesi, Tarih Müzesi, Güzel Sanatlar Müzesi, Bilim Müzesi, Askeri Müze, Tabiat ve Doğa Müzesi, Sanayi Müzesi, Denizcilik-Havacılık Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi… başlıkları altında  adlandırıldığı gibi, son yıllarda şahıslarca  açılan müzeler ve galeriler de sergiledikleriyle hizmet vermekteler.

 

   Dünya miras listesinde olan Türkiye, UNESCO ile işbirliği yaparak bütün insanlığın ortak mirası kabul edilen kültürel ve tarihi eserleri dünyaya tanıtmak, toplumumuzda söz konusu evrensel mirasa sahip çıkma bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan-yok olan kültürel değerlerin yaşatılmasını sağlamak amacıyla Nemrut (Adıyaman), Efes Antikkent (Selçuk), Didim, Pamukkale, Kapadokya, Zeugma, Sultan Bayezid Külliyesi ve  Çanakkale-Truva’yı  koruma altına almıştır.

   Müzeler; sanat ve bilim insanlarına inceleme yaptıkları konular üzerinde malzeme sağlamakta, halkın geçmişini öğrenerek geleceğe daha bilgili bakmasına yardımcı olmaktadır.  Bu nedenle, gelişmiş ülkelerde okul çocukları bazı derslerini müzelerdeki eserleri inceleyerek, görerek öğreniyorlar.

 

    Birçok uygarlığın geçtiği topraklar üzerindeki Türkiye’nin arkeoloji ve sanat tarihi zenginliğini dünyanın hiçbir ülkesinde bulamazsınız. Turizmin sadece deniz, kum, güneş olmadığını, ülkemizin önemli uygarlıkların beşiği olduğunu idrak etmeliyiz.

 

   Bu topraklar bizi var etmiş, yoğurmuştur. Çook eskiler de,yeniler de bizim öz varlıklarımız, zenginliklerimizdir. ”Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanımak ve sahip olmaktan geçer” diyor Büyük Önder ATATÜRK.

 

    Göç nedeniyle köylerde bırakılan yaşanmışlıkların izlerinin, bizleri var eden, yaşatan kültürel zenginliklerin müzeler marifetiyle gelecek kuşaklara aktarılması yurttaşlık ödevimizdir. Köyde dokunan kilimin motifleri-renkleri, tezgahları, tarımsal gereçleri, folklor giysileri, masalları, yemek kültürü, kap kacakları…. Yok olmamalı. Her köye bir müze neden olmasın?..

 

     Kültürel mirasımızın sürdürülebilmesi için var gücümüzle çalışmalıyız. Müzeleri bir yaşam merkezi haline getirmeliyiz. Kaçımız çoluk çocuğumuzla tatil gününü müzede geçirdik? Şimdiye kadar gezdiğimiz müzeleri yazsak, durumun pek parlak olduğunu sanmam.

 

   Çocuklara, gençlere müzeleri sevdirmek çok mu zor? Bunun parayla pulla ilgisi var mı? Varsa da diğer tükettiklerimizin yanında devede kulak.

 

    Hayatımızı zenginleştirmek, renklendirmek konusunda, sanattan beslenme alanında öylesine geniş bir dünya sunarlar ki insana müzeler!..Küçükten itibaren yavrularımızı müzelerle tanıştıralım. Müzeleri, müzelik olmaktan kurtarıp, yaşanılan alanlar haline getirelim.

 

UNUTMA

 

Bazen yıldızları süpürürsün, farkında olmadan

Güneş kucağındadır; bilemezsin

Bir çocuk gözlerine bakar; arkan dönüktür

Ciğerinde kuruludur orkestra; duymazsın,

Kara bir sevdadır yaşamakta olduğun; anlamazsın

Uçar gider; koşsan da tutamazsın.

 

William SHAKESPEARE


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.