Brüksel’i 4 saatte gezmek...

Birçok yazımda dostlarıma yaşadıkları ortamlarda gezgin olmayı önerdiğimi hatırlıyorum.

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 31/12/2019 23:40
Brüksel’i 4 saatte gezmek...

Adil Çulhaoğlu

Ben bir süre önce Brüksel’i, o zamanki rutin yaşamımızda gördüğüm, elinde fotoğraf makinesiyle koşuşturan, Avrupa Birliği Binası önünde selfi yapan ya da Justice Palace’ın bulunduğu Galgen Tepesindeki alandan şehir manzarasını fotoğraflayan, kuyruklarda bekleyen turistler gibi gezmek, anıları tazelemek ve şehre farklı gözle bakma fırsatına sahip oldum. Meteorologların parçalı bulutlu olarak nitelediği,  mavi gökyüzüne güneşin hakim olduğu bir günde öğleden sonra, Kenzi Hanım’la Lüxembourg Place meydanından  Avrupa Birliği Parlamento Binasına doğru yürüyoruz. Brüksellilerin Quartier Europeen (Avrupa Semti )dedikleri, Schumann, Leopold Parkı  ve Lüksamburg Garı arasına yayılan semtteyiz artık.

Kenti farklı açılardan tanımaya, yaşamın içine daha çok girmeye çalışıyoruz. Aynen dostlarımıza önerdiğimiz gibi olmaya çalışıyoruz.

Fotoğraf çekerek, Paul Henry Spaak Binası önüne geliyoruz. €  Amblemini elinde yukarı kaldıran kadın heykelinin önünde poz veren turistleri görüp, biz de durup poz veriyoruz bir Japon turiste. Birliğin temelini oluşturan 1957 tarihi Roma Antlaşmasının imzacılarından ve birliğin kurucularından olan Belçikalı devlet adamı Paul Henry Spaak’ın adı verilen binada, Avrupa Parlamentosunun olağanüstü toplantılarının yapıldığı salon ve başkanlık ofisleri yer alıyor. Binayı gezmek isteyenler için düzenlenen mihmandarlı turu bekleyenleri görüyoruz. Biz, karlı kış günlerinde donmuş gölüyle beyazın her tonuna uzanan manzarasını unutamadığım Leopold Park’a giriyoruz.1880 yılında zoolojik bahçe olan park  ‘cite scientifique’ adıyla 5 üniversitenin enstitüsünün çalışma yaptığı alana dönüştürülmüş ama 1.Dünya savaşından sonra da bu enstitülerin şehrin başka semtlerine taşınmasıyla park günümüze ulaşan halini almış.

Parkın içindeki gölün yıllar önceki manzarasını yakalayamıyorum ama sararmış yapraklar arasında kuğu heykellerini fotoğraflıyorum. Artık Jourdan Place’a gidip Belçika’nın ünlü fritiçisi Maison Antoine’ın büfesi önünde kuyruğa girme zamanı deyip, biz de kuyruğa giriyoruz. Yaklaşık 20 dakika bekledikten sonra oldukça büyük külaha doldurulmuş Frit ile mayonezi alıp karşısındaki Cafe’ye giriyoruz.

Akşamları restoran, cafe’lerin kapalı olduğunu, adeta yaşamın durduğu ve sessizliğe büründüğünü hatırladığım, Quartier Europeen’den geçerek bir sonraki ziyaret yerimiz  Royal Park ve Royal  Palace  doğru  dönerken, bu alana canlılık getirmek için olsa gerek, konutlar inşa etmeye başlandığını fark ediyorum.

Yılda sadece bir kaç hafta ziyarete açık Royal Palace(Kraliyet Sarayı) kapalı buluyoruz. Daha önceki gelişlerimde de açık olduğu zamanı yakalayamadığım saray, ihtişamı ile göz kamaştırıyor ve Brüksel ziyaretçilerinin önünde durmadan geçemedikleri yerlerin başında geldiği, kalabalık turistlerden belli oluyor.  Royal Palace 1731 yılında bir yangında tamamen yanan eskisinin yerine  yapılan Saray Binası kral  l.ve ll.Leopold dönemlerinde değişikliğe uğrayarak, nihayet 1903 yılında bugünkü haini almış. Saray, 1935 yılına kadar kraliyet ailesince kullanılmış, bu günse kraliyete ait ofisler ile devlet konuklarının kabullerinin yapıldığı salonlar kullanılıyormuş. 

Royal Park’ın  girişinin sağında ve solunda aslan heykelleri arasında Kral ll.Loepold’un  at üzerindeki büyük  anıt heykeli oldukça etkileyici. Kaidesinde  ‘Leopold ll 1865-l909 tarihleri ile vatan sana minnettar’ ifadesi yer alıyor.

Kral l. Leopold’un anıt heykelinden, lüks mağazalar, dükkanlar, cafelerin bulunduğu Luise semtine kadar yürüyüp, Juistice Palace’(Adliye Sarayı) ın bulunduğu Galgen Tepesine varıyoruz.

Kral ll.Leopold tarafından mimar Joseph Poelaert’a 1866 inşasına başlatılan bina 15 Ekim 1883 yılında  bitirilmiş. Ekletizim stilinde yapılan saray 160 metre uzunluğunda,150 metre genişliğinde ün üst kupesinin yüksekliği 116 metreyi buluyormuş.27 salonu ve 245 küçüklü büyüklü mekanlarını içine alan binadaki devasa sütunların üzerine yerleştirildiği kaidelerin yüksekliğini binaya girerken fark ediyorum. Unesco Kültür Mirası Listesinde yer alan Saray 9-15 saatleri arasında gezilebiliyor. Labirenti andıran mekanlar arası geçişlerde kayıp olunduğu için ziyaretçilere grup halinde gezilmesinin tavsiye edildiğini öğreniyorum Geniş merdivenler, yüksek sütunlar, aşağıya bakıldığında çok küçük göründüğümü, dahası kaybolmuş hissine daha binanın girişinde kapılıyorum. Adaletin gücünün büyüklüğünü, terazi ambleminden çok binaya girenlere hissettirilen sarayın ihtişamı ve haşmetinden anlamak mümkündü.

Justice Palace’tan çıkıp seyir terası nitelenebilen platforma doğru ilerliyoruz. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında şehit düşen Belçikalı Piyadelerin anısına dikilmiş Anıt Brüksel’in hemen hemen tamamına hakim bu alanda yer alıyor. Güneşin bulutların arasında batmaya başladığı fark edip ben de farklı Brüksel şehir manzarasını fotoğraflıyorum.

Havanın kararmaya başlamasıyla birlikte, Avenue Luise’in başlangıcına,  tram ve metro duraklarının bulunduğu meydana dönüyoruz. Artık Meydandaki Haag Dazs Cafe’sinde bir kahve vakti geldi diyoruz. Gezinin sonuna sakladığım, Brüksel’in bendeki unutulmaz lezzeti, dondurmalı, özel soslu gofret  ’ Belgium  Dream’ (Belçika Rüyası)  adlı tatlıyı, kahvenin yanında ısmarlıyorum.

Yıllar önce yaşadığımız telaşı yaşayanların koşuşturmalarını, tramların geçişini, akşam karanlığının çöküşünü, ışıl ışıl aydınlanan caddenin noel süslemeleriyle bezeli manzarasını seyre dalıyoruz, bir süre…

Bizim Eskişehir’de yaptığımız gibi siz de kentinizi, yörenizi 4 saatlik gezilerle yeniden keşfetmeye ne dersiniz

 


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.