Türkiye’nin En Zengin Sanat Müzesinde Sanatla Dolu 2 Saat..

Etnografya ve Resim Heykel Müzeleri aynı zamanda, Müze yapılarının, içindeki eserler kadar değerli olduğunun birer kanıtı.

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 31/12/2019 23:40
Türkiye’nin En Zengin Sanat Müzesinde Sanatla Dolu 2 Saat..


Adil Çulhaoğlu

Ankara'nın Cumhuriyet Dönemi yapılarının ilk örneklerinden sayılan Namazgah Tepesi'ndeki Resim ve Heykel Müzesi'nin bulunduğu binanın önünde beni elinde fırçası ve paletiyle İbrahim Çallı heykeli karşılıyor. Bahçede, girişe uzanan merdivenin sağında Mimar Hikmet Koyunoğlu'nun da bir heykeli var. Bina önünde bir süre Ankara manzarasını seyre dalıyorum.

Zengin bir programla kutlanacak olan Müzeler Günü’nün Ankara Programının linkini ilgilenen okurlarımız için burada paylaşıyorum.

 http://www.kulturvarliklari.gov.tr/Eklenti/45494,muzelergunuankara01.pdf?0

Koleksiyonu En Zengin Resim Heykel Müzesi

Başkent’in tarihi dokusunu yaşatan Samanpazarı’nda yer alan Ankara Resim ve Heykel Müzesi'nde, Osman Hamdi Bey'den, Abdülmecit Efendi’ye, Şeker Ahmet Paşa'dan Fikret Mualla'ya, Şevki Dağ'dan İbrahim Çallı, Abidin Dino ve Bedri Rahmi, Zühtü Müritoğlu gibi ressam ve heykeltıraşların eserleri arasında Osmanlı ve Cumhuriyet döneminden günümüze uzanan ülkemizin sanat tarihine bir yolculuğa çıkarak sanatla dolu 2 saat geçirdim.

Türk sanatçılara ait Cumhuriyet  öncesinden günümüze Türk Plastik Sanatları örneklerinden, resim, heykel, seramik, baskı ile Türk Süsleme Sanatı eserlerinden oluşan yaklaşık 4000 eserlik koleksiyona sahip müzenin 6  salonunda  750 eserin kronolojik olarak sergilendiğini öğreniyorum, Osman Hamdi Bey Salonuna giderken. Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı  Ankara, İzmir ve Erzurum illerinde 3 Devlet Resim Heykel Müzesi mevcut, koleksiyonu en zengin müze ise Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi.

Cumhuriyet Devri Mimari Örneklerinden

Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından Türk Ocakları merkezi olarak 1927 yılında inşasına başlanarak 1930 yılında tamamlanan binanın yapımında, Atatürk'ün talimatıyla Türk süslemeleri kullanılmış ve sadece Türk işçileri çalışmış. Zamanın kültür merkezi olarak planlanan bina bir konser salonuna sahip ve I.Ulusal Mimarlık Dönemi'nin en güzel örneklerinden biri olarak kabul ediliyor.

Cumhuriyetin ilk yıllarında konser salonunda tiyatro, opera ve bale gösterileri ile balo ve çeşitli konserler düzenlenen ve Başkent Ankara'nın adeta sanat merkezi olan binada, 1980 yılında yapılan restorasyon sonucunda, Devlet Resim ve Heykel Müzesi açılmış, 426 koltuklu konser salonu da Devlet Opera ve Balesi'nin gösterileri ile çeşitli konserler gibi etkinlikler için kullanılmaya başlanmış.

Müzeyi Geziyoruz

Müzenin girişinde, Müze Müdür Yardımcısı, kendisi de sanatçı olan Heykeltıraş Meryem İçöz ile buluşup gezimize başlamak için üst kata çıkan çift merdivenlere yöneliyoruz. Merdivenlerin orta sahanlığında Cumhurbaşkanlığı Locasına girişin iki tarafında asılı 2 tablo bizi karşılıyor. Soldaki Türklerin Anadolu'ya girişini yansıtan Ergenekon 1 Tablosu, diğeri ise Anadolu'nun Cumhuriyetle yeniden doğuşunu resmeden Ergenekon 2 tablosu. Üst kata çıktığımızda sağ tarafta Atatürk’ün kullandığı Şark Odası süslemeleri ile oldukça etkileyici.

Bitişiğindeki salonda hat, tezhip, minyatür gibi Türk Süsleme Sanatı ürünleri sergileniyor.

Cumhuriyet döneminde plastik sanatların halk arasında yaygınlaştırılması ve sanatçıların desteklenmesi için 1939 yılında yapılmaya başlanılan Devlet Resim ve Heykel Sergileri'nde ödüllendirilen eserler satın alınarak müze koleksiyonuna dahil edilmiş.

Osman Hamdi Bey'in 'Silah Taciri' V.Vereschhaing'in 'Timur'un Mezarı Başında' F.Zonaro'nun 'Genç Kız Portresi' ile Emel Korutürk'ün 'Gazi'ye Şükran' tablosu müze koleksiyonunun ilk yapıtlarını oluşturuyor.

Batılılaşmanın ilk etkilerinin görüldüğü çoğunluğu İstanbul’da yaşamış olan primitif diğer deyimle “paşa” ressamların saraya yaptıkları resimler 'kulunuz'  veya 'kulları' şeklinde imzalarını attıklarını ama Süleyman Seyit Efendi'nin resimlerine kendi imzasını attığını öğreniyorum, Osman Hamdi Bey salonunda. Osman Hamdi Bey'in Silah Taciri tablosu ile 1871 tarihini taşıyan Alman Çeşmesi’ni yansıtan tablo en fazla dikkat çeken tablolar arasında, İstanbul'un çeşitli manzara resimleri ve portrelerin çoğunlukta olduğunu görüyorum.

Sanayii Nefise’de yetişen başta İbrahim Çallı ve kuşağı olmak üzere Osmanlının son döneminde tablolarında resmedilen konuların çeşitlendiği fark ediliyor. Kurtuluş Savaşını konu alan tablolar, kadın ressamların ilk ürünleri tablolar dikkat çekiyor salonlarda ilerledikçe. 4. Sanat Cemiyeti olarak Cemal Tollu, Zeki Faik İzer, Abidin Dino, Nurullah Berk, Elif Naci ve heykeltıraş Zühtü Müridoğlu tarafından kurulan D Grubuyla resme modern sanat anlayışının girdiğini öğreniyorum. Bu gurup konularını halka yakın seçmeleri gerektiği gibi bir takım eleştirilere önem vermeyerek, sadece sanatsal ve plastik kaygılarla konu seçimini sürdürme amacında olmuşlar, bir başka deyişle, özgür sanat yaratımdan hiç taviz vermemişler.

Atatürk döneminde yurtdışına sanat eğitimi için gönderilen ressamların dönüşlerinde Anadolu'ya okullara resim öğretmeni olarak gitmişler ve Anadolu ve Trakya’dan yaşamdan yansıttıkları resimler ile o dönemi aktarmayı günümüzde de sürdürüyorlar. 1943‟ten itibaren Nurullah BERK, Sabri BERKEL, Refik EKİPMAN, Cemal TOLLU, gibi ressamlar Picasso – Braque sentetik kübizmine yakın çalışmalar yapmışlardır. Heykeltıraş Kuzgun Acar,  ressam Nuri İyem, Sabri BERKEL gibi ressamların eserlerinde plastik sanatlardaki soyut akımın ilk ürünleri görülmeye başlanıyor.  Devrim Erbil’in ‘Anadolu Çeşitlemeleri’ adlı tabloları soyut resmin günümüze uzanan örneklerinden olarak görülüyor. 1959 – 1960’larda soyut anlayışı benimsemiş aktif olarak çalışan ressamların Zeki Faik İZER, Sabri BERKEL, Halil DİKMEN, Şemsi AREL, Ercüment KALMIK, Ferruh BAŞAĞA, Nuri İYEM, Adnan ÇOKER, Cemal BİNGÖL, Adnan TURANİ, gibi isimler olduğu görülüyor. 

Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte, savaş, toplumsal olaylar, günlük yaşama dair konuların farklılaşması gibi resim yapmada malzeme kullanımı da farklılaşıp zenginleşiyor.

 Günümüze gelindiğinde ise Ergin İnan’ın bir kitap sayfasını andıran tablosu, taşın dışında her türlü malzemenin kullanıldığı farklı malzeme kullanmaya bir örnek oluyor. Rüstem Avcı’nın ‘Cumhuriyete Yol Açanlar’ tablosu da kendini gösteriyor. Salonlar arasında gezimiz sürdürürken Fikret Mualla Salonunda, Sanatçı yurtdışında eğitimde bulunduğu sırada yaptığı resimlerle Paris’in yaşamından bir kesit yaşatıyor adeta.

Refik Epikman Salonunda, Epikman’ın “Köşedeki Ev” ile Mehmet Başbuğ’un “Seferberlik” Tablosu yanında,”Urfalı Kadınlar”,”Kapadokya”,”Ankara’dan İzlenimler,-Kuğulu Park”,”Van Gölü Kıyısında”,”Manavgat Sorgun Plajı”,”Yörük Çadırı”,”Pazar Yeri”,”Kuşadası’ndan”,”Portakal Toplayan Kadınlar”,”Turgutlu’dan” adlı tablolar yapıldıkları tarihlere beni götürmekle kalmadılar, bana o tarihlerdeki yerleri adeta yaşattılar.

Günümüz Sanatçılarının resim, seramik, heykeller gibi eserlerinin ağırlıklı olarak sergilendiği Arif Koyunoğlu salonunu gezdikten sonra müzede geziyi bitirip bahçeye çıkıyorum. Sadece sanatı yaşamadığımı aynı zamanda ressamlarımızın tablolularıyla Türkiye’nin tarihine yolculuk yaptığımı, dahası tarih içerisinde ülkemizde bir gezi yaptığımı fark ettim.

 Müzenin kafesinde bir kahve içmeye yöneldiğimde, Etnografya Müzesi’nin bulunduğu park haline gelmiş bu tepenin sahip olduğu Ankara Manzarası da beni sanat dünyasına yapmış olduğum yolculuktan günümüze getirememişti.

18 Mayıs Müzeler Günü’nü ve  haftasını kutluyor, kazılarda çalışanlar, eserleri özenle koruyup ziyaretçilere sergileyen meslektaşlarım olarak da gördüğüm müze çalışanları için başarılarının devamını diliyorum.

 


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.