Ankaralıların Nefes Aldığı Belde: Kalecik

Birleşmiş Milletler tarafından bu yıl “Doğayla Temasta Ol” olarak belirlenen 5 HAZİRAN Dünya Çevre Günü'nde TEMA Vakfı, herkesi doğaya çıkmaya, doğayla bağ kurmaya ve onu korumaya davet ederken Bireylerin Doğanın Değerini Anlaşması’nın önemini de vurguluyor.

Adil Çulhaoğlu Adil Çulhaoğlu 31/12/2019 23:40
Ankaralıların Nefes Aldığı Belde: Kalecik

Adil Çulhaoğlu

Biz de bu özel günde İçeride Çocuk Kalmasın temasının ardında yatan gerçeklerden biri olarak değerlendirerek hedef olarak Kalecik’i seçtik.  Büyük kent insanının, büyük tatil dönemleri dışında, günlük yaşamlarından bir süre uzaklaştığı, kırlara açılıp bin bir çeşit çiçekle bezeli rengarenk doğaya kendini bıraktığı, küçük ama sevimli beldeler, aslında pek uzaklarda değil, birkaç saatlik araba yolculuk mesafesinde. Ankara’ya 70 km uzaklıktaki Kalecik de bunlardan biri.

Yıllar önce bir toplantı için gittiğim Kalecik’te Belediye Binasında görüp unutamadığım,27 Eylül-1 Ekim 1939 tarihleri tarihinde düzenlenen Panayır Afişi, Kalenin eteğindeki konakları ve Kızılırmak Nehri üzerindeki köprüsü ile nehrin dolu dolu akışını bir daha görmek üzere bir Pazar günü ailece yola çıktık.

Ankara'dan Çankırı yönüne doğru yola çıkıp, Akyurt'u geçince şehir yaşamında uzaklaştığımızı fark ediyoruz. Yemyeşil doğada kıvrıla kıvrıl akan yolda araçların seyrekleştiğini görüyoruz. Ekin tarlaları arasından dağlara tırmanıp, Baykuş Boğazının her iki yakasındaki lokantalara ve çay bahçelerine dönüşte uğrarız deyip vadiye doğru iniyoruz. Yaklaşık 10 kilometre sonra, Kalecik kavşağından şehre doğru yol alıyoruz.

Şehrin girişinde, ‘Üzüm Ezen Kadın’ heykeli bizi karşılıyor. Arkasında Kale’nin eteklerine yayılmış Kalecik şehri ve Kızılırmak nehrinin aktığı uçsuz bucaksız ova dağlar arasında uzanıyor. Biz önce şehrin içinden geçip eski Kırıkkale yolundan ‘Yedi Gözlü Köprü’ adıyla da bilenen köprüye gitmeye karar veriyoruz. Şehri boydan boya geçip, üzüm bağları ve meyve bahçeleri, ekin tarlaları arasında bir yanımızda demiryolu eşliğinde yol alıyoruz dura kalka. Yolda bisikletle gidenleri ve yürüyüş yapanları görüyoruz. Her taraf yemyeşil, Ekilmemiş alanlar rengârenk kır çiçekleriyle bezeli. Çiçeklerin yaydığı enfes kokular büyüleyici.

Kızılırmak nehri üzerinde yüz yıllardır ulaşımı sağlayan ve bu gün de trafiğe açık olan köprüye 5 kilometrelik yolculuktan sonra ulaşıyoruz. 13 yüzyıldan kalma Selçuklular zamanında yapılmış köprü ile Kızılırmak nehrinin geçtiği vadiyi fotoğraflıyorum süre. Köprü Dilmek köyü Ağalarından Develioğlu tarafından onarımı yaptırıldığı için Develioğlu Köprüsü olarak da biliniyor yörede.

Bir kaç balıkçı oltalarını atmış bekliyor. Köprünün bulunduğu Salman köyü karşımızda, Irmak kenarında domates fidelerini sulayan bir karı kocayla sohbete başlıyoruz. İzmit’te rafineriden 10 yıl önce emekli olup, ırmak kenarına evini yapıp yerleşmiş Mehmet Ağa, eşi Sündüz Hanımla.’ Çocuklar orada kaldı, orada hava çok kirliydi. yaz aylarında torunları alıp geliyorlar’ diyorlar. Bahçelerinde bir üzüm bağı ile her türden meyve ağacı var. Karşı tepeleri göstererek ‘Üzüm bağlarıyla kaplıydı bu yamaçlar, ama şimdi bağlar gitti dağ oldu’ diyor Mehmet Bey, bağcılıkla uğraşanın azaldığını söylüyordu sohbetimizde. Bize can eriği ve üzüm pekmezi ikram ediyorlar. Kendi yaptıkları üzüm pekmezinin tadı unutulmaz tat bırakıyor damağımda. Üzüm pekmezinden alıyoruz kendimize. Tabağa uzanan yiyeceklerin tarladaki serüvenine şahit oluyoruz, bir bakıma.

Kalecik’e dönüşte durup, kır çiçekleri arasına dalıyorum. Bir yandan çiçeklerin arasından Kalecik kalesini, bir yandan da tanıdığım tanımadığım çiçekleri fotoğraflıyorum. İdris Dağı’nın 1992 metre yüksekliği ile Baykuş Boğazı’nın 1140 metre yüksekliğine karşın 700’lik rakımıyla çukur bir ovanın ortasında 160 metre yüksekliğindeki bir tepe üzerine kurulu kalenin surları altına cepe çevre uzanan çoğunluğu bahçeli eski evler sıralanmış, aşağılardaki evler ise yeni yapılmış, çok katlı binalar şehir manzarasını oluşturuyor.

Tarihi kaynaklarda M.Ö 3500-4000 yılları erken kalkolitik dönemi yerleşiminin olduğu belirtilen Kalecik'te, Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, daha sonra 1075 'de Battal Gazi’yle Türk hâkimiyeti başlar. Selçuklulardan sonra Fatih Sultan döneminde 1461'de Kırıkkale ve Elmadağ ile Osmanlı topraklarına katılır.

Romalı Bursa Tekfur tarafında kızına çeyiz olarak yaptırıldığı kayıtlarda yer alan Kale Osmanlı döneminde de onarım görmüş. 1907 Osmanlı salnamelerinde, coğrafi açıdan çukurda olması ve ticari önemini vurgulamak için  'Küçük Mısır' ve Küçük Adana şeklinde ünlenen Kalecik'te, bakırcılık, tabakçılık, kumaş dokumacılığı yapılırken önemli ihraç ürünün 'kuru üzüm' olduğu ayrıca belirtilmektedir. Hayvancılık ve bahçecilik ürünleri Kaleciklilerin ana geçim kaynağı denilebilir.

Günümüze kadar önemini koruyan bağcılık ürünlerinden, üzümün kurusu, pekmezi, adını verdiği uluslararası pazarda aranan Kalecik Karası şarabı, yerli yabancı turistlere sunduğu seçeneklerin en başta geleni.

Kalenin eteklerindeki dar sokaklar ve eski konaklar arasına dalıyoruz. Kimi restore edilmiş kimi terk edilmiş havası yansıtan eski evlerin çoğunluğu vadiye bakıyor. Kesme taştan yapılmış Adalet Sarayı ile Devranların Konağı gibi eski evleri, konakları tadilat halinde buluyorum.

Çarşıya dönüp, arabayı park ediyoruz. Kaleciğin lezzetlerinden tatmak için şehrin girişinde Saray cami karşısındaki parkın önünde gördüğümüz tezgâhlara yöneliyoruz. Ekşili Ekmek, Cevizli Börek, Kasnak Böreğinden hem tatmak hem de almak istiyoruz. Tezgâhların kapandığını görünce, bir umut, diyerek Caner Lokantası’na giriyoruz. Mehmet Usta geç kaldığımızı tezgâhlarında ekmek ve börekleri satan köylü kadınların ürünlerini erken bitirip gittiklerini söylüyor.

Yöresel lezzetleri tadamayınca pide ısmarlıyorum ben de. Uzun süredir önüme gelen en lezzetli pide bu. Düğünlerde davetlilerin düğün evine hediye olarak yapıp getirdiği Kasnak Böreğinin hazırlanmasının uzun zaman aldığını, önceden sipariş verilirse yapabileceklerini söylüyor, Mehmet Usta sohbetimizde.

Şehirden ayrılmadan önce, kasaptan et almadan edemiyoruz. Güneşin batmaya başladığı, alaca karanlıkta Baykuş Boğaz’ına tırmanıp lokantaların birine giriyorum. Çaylarımızı yudumlarken, Kalecik’te tezgâhlardan almadığımız Cevizli Çörek ile Ekşili Köy Emeğini lokantada buluyoruz.

Ankara’ya doğru yola çıktığımızda, doğada geçirdiğimiz günün verdileri yanında arabanın içine yayılan kır çiçeklerinin müthiş güzel kokusu ile Ekşili Ekmek ile Cevizli Çöreğin iştah açan kokusu bize eşlik ediyordu.

Ankara Kongre ve Ziyaretçi Bürosu (ANKZB)’nun, Başkent’in birleştirici niteliğinin ifadesi olarak tasarlanan, amblemindeki Ankara yazısının renginin Kalecik Karası üzümünden alındığını ve 1928’de ülkenin savaş uçağı ihtiyacını karşılanması için bağışta bulunan Kalecik Halkının bu onurlu davranışından 87 yıl sonra, THY’nin bir uçağına ‘Kalecik’ adı verildiğini de arşiv çalışmalarından öğreniyoruz. http://www.hurriyet.com.tr/kalecik-tayyaresi-havalandi-40007535


Önemli haberleri kaçırma!

E-posta bültenine abone ol:

Merak etme spam mailler gelmeyecek.